Feodora Wallington Lady
Mesaj Sayısı : 37 Kayıt tarihi : 11/06/12
Kişi sayfası RP Puanı: (93/100)
| Konu: Wallington, Feodora. Ptsi Haz. 11, 2012 3:49 pm | |
| Kapının sertçe kapatılmasının oluşturduğu sesle birlikte oturduğu yerden sıçrayıp başını çevirdi. Elindeki pastel boyalarla evlerinin karşısındaki bir kumarhanenin resmini çizmekle meşguldü. Saat geceyarısını çoktan geçmişti ve küçük kız eğer yatakta olmadığı fark edilirse başına gelecekleri biliyordu. Yine de yatmamıştı çünkü gözünü kapattığı an başlayan kabusları onu tekrar uyandırmıştı. "Baba?" cesaretini topladığında seslenebilmişti, fakat kıza cevap veren kimse yoktu. Resmi bırakıp ayağa kalktı ve başını odasının kapısından dışarı uzattı. Koridorun sonundaki, girilmesinin izin verilmediği odadan çıkan gürültüler bir kez daha irkilerek başının o yöne dönmesine sebep oldu. Adım atıp atmamak konusunda kararsızdı. Uyumadığı hâlâ anlaşılmamıştı ve bu da kıza güvenli bir şekilde yatağına dönme fırsatı sunuyordu. Véronique, elbette böyle bir fırsatı değerlendirmeyecek kadar meraklı bir kızdı. Çıplak ayaklarının sessiz yürümesini kolaylaştırmasının getirdiği güvenle hızlı hareket ediyordu. Yaptığı resimlerin asılı olduğu kırmızı duvarlara ve ilgisini çekebilecek diğer hiçbir şeye bakmadan sesin geldiği odaya doğru ilerliyordu. Adımları, kapıya yaklaştıkça giderek daha çekingen bir hal alıyordu. Babası onun uyumamış olduğunu gördüğünde sinirlenebilir miydi? En kötüsü, uyumayıp girmesi yasak olan odanın kapısında durduğunu bilse ne yapardı? Derin fakat titrek bir nefes aldı, ardından kararından vazgeçmeden önce kapıyı hızlı bir şekilde açıp içeri girdi. Kendisini azar işitmeye hazırlamıştı, odasına kilitlenmeye hazırlamıştı, hatta babasının sarhoş bir anına denk gelip dayak yemeyi bile kabul etmişti. Ancak içeri girerken korkuyla kapattığı gözlerini bir ormanda açmak hiç aklına gelmemişti. Kaşlarını çatarak başını eğdi ve görünüşüne baktı. On yedi yaşındaydı, normalde olması gereken yaşta. Bir rüyanın ya da görüşün içine girmiş olmalıydı. Asıl sorun, kaderinde olacak bir şeyi gördüğü zaman edindiği o tanıdık hissi hissetmiyordu. Çevresinde gördüğü her şey, tek kelimeyle muhteşemdi! Ağaçlar canlı, her tarafta kuş sesi ve etrafta çekinmeden koşturan hayvanlar. Peki kıza düşman bölgesinde olduğunu bu kadar düşündüren şey neydi? Gözlerini kapattı ve bundan kurtulmaya çalıştı. Uyanmak istiyordu, uyanması gerekiyordu. Ama uyanmayı bir türlü başaramıyordu. Bulunduğu yerde güç onun değil, bir başkasının elindeydi. İlerlemeye başladı, ilerlemesi gerekiyordu, en azından öyle hissediyordu. Yürümeye başladı, ayakları tıpkı rüyanın başında olduğu gibi çıplaktı. Islak çimlerin ayağını gıdıklıyor olmasından hoşlanmıştı, toprağı hissetmek vücudundaki negatif enerjiyi yavaş yavaş yok ediyordu. Ağaçlar giderek sıklaşırken, çimlerin azaldığını ve toprağın ortaya çıkışını gördü. Ayaklarına dikenler batmaya, vücudunu ise dallar çizmeye başlamıştı, taşlar ise canını acıtıyordu. Bulunduğu ortam kızı eskisi kadar mutlu etmemeye başlamıştı. Üşüyordu, ağaçların yaprakları o kadar sıktı ki ışığın girişini önlüyor, ortamı karanlık tutuyorlardı. Véronique, ellerini göğsünde birleştirdi ve ellerini kollarına sürterek çevresine ürkek bakışlar atmaya başladı. Rüyada değil, gerçekte orada bulunuyor gibiydi ve ne zaman tamamen çıplak kaldığını bilmiyordu. Üstelik, boyu her geçen dakika kısalıyor gibiydi. "Bataklık!" nerede olduğunu fark ettiğinde çığlık attı ve kendisini geri çekmeye çalıştı. Ancak bu daha çok batmasının dışında başka hiçbir işe yaramamıştı. Panik olmaya başlıyordu, rüya olduğunu bilmesine rağmen her şey o kadar gerçekçiydi ki burada ölmesi durumunda gerçek hayatta da ölmekten korkuyordu. "İmdat!" Gururunu hiçe sayarak bağırmaya başladı ve bir kadının kahkahasını duyana kadar bağırmaya devam etti. Ses, kızın şu ana kadar duyduğu tüm seslerden farklıydı. Hem güzel hem korkunçtu ve kıza oradan kaçma isteği uyandırıyordu. "Tanrıların senden aldığı şeyi hatırlıyor musun Véronique?" dedi kahkahayı atan kadın. Konuşurken, kızın zihninde rüyanın başlangıcı belirdi. O günü hatırlamıştı, Juno tarafından götürülmeden önceki gündü, odaya girmemişti, geri dönmüş ve uyumaya çalışmıştı. "Sen kimsin? Lütfen, kurtar beni!" Kadın bir kez daha güldü ve kıza en yakın ağacın üzerinde, güzel bir yüzün oluştuğunu gördü. Véronique, kendisini yeniden geriye çekmeye çalıştı, fakat bu da bataklıkta daha fazla batması dışında bir işe yaramamıştı. "Aileni yeniden görmek istemez misin?" dediğini duydu ağaçtaki yüzün. Başını kaldırdı ve aynı ağacın arkasından çıkan tanıdık yüze baktı; babası. Ona gülümsüyordu, en son bıraktığında olduğu gibi. "Belki de arkadaşını, Tanrılar yüzünden ölmüş yakının olan herkesi. Onları sana geri getirebilirim." Véronique hem onu dinliyor, hem de Güneş'in altında ateşin öptüğü şeklinde dalga geçtikleri, kızıl saçların sağladığı tanıdık hisse gülümseyerek bakıyordu. James kızın bıraktığı zaman kaç yaşındaysa, hâlâ öyle görünüyordu. Bir zamanlar kendisinden büyük birini şimdi böyle görmek, tuhaf geliyordu. "Olimpos'a git. Bana şimşeği getir ve ben de sana onları vereyim." diye fısıldadı yüz. Ardından Katherine bataklığa sanki suya atlamış gibi hızlı bir şekilde batmaya başladı. Babası ve James, sanki güzel bir şey olmaya devam ediyormuş gibi gülümsemelerini sürdürüyorlardı. Gözünden akan yaşlara ve çığlıklarına kadının gülüşü karışırken, aklında üç kelime kendini tekrarlamaya başlamıştı. Olimpos, şimşek, Gaia. Gözlerini açtığında, yatağının yumuşaklığını aratmayacak kadar sert bir zeminde yatay bir şekilde uzanıyordu. Terlemişti ve geceliği üzerine yapışmıştı. Kalp atışı hiç olmadığı kadar hızlıydı ve kendisini bitkin hissediyordu. Gaia'nın söylediği ve gösterdiği her şeyi hatırlarken yüzünü avuçlarının arasına aldı. Ağlamaya başlaması çok uzun sürmemişti. Yaşadığı şoku ve bitkiğinliği ancak böyle dışarı atabiliyordu. Olimpos'a gitmek mi? Hayatı boyunca San Francisco'dan çıkmamıştı. Çıktığı zamanlar bir elin parmağını geçmezdi. Üstelik burada söz edilen yer sıradan bir şehir değildi. Tanrıların mekanıydı! Ziyaret amaçlı da değildi, Gaia'nın kendi kızdan şimşeği almasını istiyordu. Jüpiter'in silahını! İşin sonundaki ödül ise göz ardı edilebilecek gibi değildi. Babası, James ve kızın ölmesini istemediği fakat kendisi yüzünden ölen diğer insanlar. Koluyla gözünden akmaya devam eden yaşlarını sildi ve ayağa kalkıp dolabına yöneldi. Bu yaptığı şeye inanamıyordu, gerçekten yapacak olamazdı. Ama yapıyordu, ellerine söz geçiremiyordu sanki. Vücudu düşüncelerine itaat etmiyor gibiydi. Refleks olarak, bir an için kamp tişörtünü giyecek gibi olduysa da sonradan vazgeçti. Onlara ihanet ederken, onların tişörtünü giyemezdi. Vücudunun titremesine engel olmaya çalışarak eşofmanlarını çıkardı ve onları hızlı bir şekilde giyerek, kapısına doğru yürüdü. Bunu yapmak zorunda değildi. Ama artık çok geçti. Soğuk rüzgar uykulu halini belli eden suratına tokat gibi çarparken, kendine gelmeye başladı. Apollon yolculuğuna çıkmak üzere olduğu için gökyüzü mavileşmeye başlamıştı. Bu da süresinin kısıtlılığını yeterince belli ediyordu. Koşmaya başladı, Unique mavi gözlerini ona dikene kadar koşmaya devam edecekti. Pegasusun burnunu okşarken yeniden ağlamamak için dişlerini sıkıyordu, o kadar çok sıkıyordu ki kıracağını sanmıştı. "Lütfen bu yaptığım şey için beni suçlama." diye fısıldadı hayvana doğru. Ardından ona bindi ve Küçük Tiber Nehri'ne yaklaşmasını beklemeden havalanmasını sağladı. Terminus'a gözükmemesi gerekiyordu. Gökyüzü güvenliydi, en azından şimdilik. Empire State Binası'nın uzunluğuna dair birkaç hikaye duyduğunu hatırlıyordu. Ancak bu kadar uzun olabileceğini hiç düşünmemişti. Tam tepesindeki bulutların yoğunluğundan orasının Olimpos olduğunu anlamak hiç de zor değildi. Pegasusunu indirdi ve Central Park denilen yerden ilerleyerek rahatsızlığını gidermeye çalıştı. Asıl sorun, ağaçların ona rüyasını fazlasıyla hatırlatmasıydı. Derin bir nefes aldı ve ani bir fikir değişikliğiyle geri dönmeye başladı. "O kadar çabuk değil!" Gaia'nın sesini tekrar duyduğunda kıpırdamayı kesti ve ayaklarına baktı. Sanki rüyasındaki bataklıktaymış gibi, toprağa batıyordu. Gözleri yaşadığı paniğin etkisiyle açılırken insanların ilgisini çekmeden o durumdan kurtulmaya çalışıyordu. Fakat daha kız bir şey yapmaya fırsat bulamadan toprak onu serbest bıraktı. Véronique, bunu fırsat bilerek Empire State Binası'na doğru koştu ve kendisine yardımcı olacağını düşündüğü adamın yanına doğru gitti. "Olimpos'a çıkmam gerek." Adam, okuduğu gazetesinden yavaşça başını kaldırdı ve kıza tuhaf bir şekilde bakarak ne demek istediğini sordu. Véronique, normal bir zamanda orada oyalanabilirdi, ama şimdi acelesi vardı. Hançerini çıkardı ve adamın boğazına dayadı. "Buradaki insanların ilgisini daha fazla çekmek istemiyorsan, bana ne yapmam gerektiğini söyle." Kısa bir süre sonra asansöre binmiş, adamın verdiği anahtarı gerekli yere sokup çevirdikten sonra çıkan 600 sayılı butona basmıştı. Yerden ve Gaia'dan giderek uzaklaşmak kızı rahatlatıyordu, peki şimdi ne yapacaktı? Şimşeği alamazdı, bunu onlara yapamazdı. Üstelik almaya çalışırken kendisini öldürebilirdi. Ama almadan inecek olursa da toprak onu içine çekebilirdi. İçeri giren soğuk havayla birlikte, vardığını anladı ve kendisini asansörden dışarı attı. Oksijen iyi geliyordu ve o iğrenç müzikten de bıkmıştı. Peki ya şimdi ne yapacaktı? Vücudundaki her hücre kıza, oraya ait olmadığını haykırıyor gibiydi. O, davetsiz misafirdi. Neden kampının güvenli ortamından çıkmıştı ki? "Eğer buradan kurtulursam tapınağa gidecek ve tüm Tanrılara adak sunacağım." diye söz verdi. Gelişi fark edilmeden dönmesi gerekiyordu. Havada asılı duran taşlardan dikkatli bir şekilde ilerledi ve Olimpos'un sokaklarına ulaştı. Bazı ölümsüzler, gördükleri bu yabancıya hoşnut olmadıklarını belli edercesine bakarken Katherine vücudunu dik ve kendinden emin tutmak için zorluyordu. Patlayacak gibi hissediyordu. "Tatlı küçük melez, sen burada ne arıyorsun?" dediğini duydu bir sesin. Hızlı bir şekilde arkasını döndü ve ona gülümseyen bir Tanrı'yla karşılaştı. Zihni, hızlı bir şekilde yalanını uydururken konuşmaya başlamıştı bile. "Ebeveynimi ziyarete gelmiştim, ancak pegasusum bir anda aşağı indi ve onu nasıl çıkaracağımı bilmiyorum. Dönüş yolu ise bana çok uzun geliyor. Lütfen yardım edin." Tanrı, kıza ilk başta şüpheli bir bakış atsa da kısa süre sonra Véronique, Unique'in kanatlarının sesini duymakta gecikmedi. Yüzünde kısa süreli de olsa rahatlamanın getirdiği gülümsemeyle, teşekkür etmeyi unutarak pegasusuna doğru koştu. Annesi onun duasını duymuştu, bir kez daha. - Spoiler:
Başka sitelerde Véronique Leandres karakteri altında yazdığım role oyunudur.
| |
|
Victoria Westmoreland İngiltere Kraliçesi
Kraliyet : İngiltere Mesaj Sayısı : 66 Kayıt tarihi : 07/06/12
Kişi sayfası RP Puanı: (100/100)
| Konu: Geri: Wallington, Feodora. Ptsi Haz. 11, 2012 4:48 pm | |
| # Betimleme: 30/30 # Akıcılık: 9/10 # Yazım Kurallarına Uyum: 9/10 # Sayfa Düzeni: 7/10 # Renklendirme: 3/5 # Kurgu: 25/25 # Uzunluk: 10/10 [ Toplam: 93 ]
| |
|