Netherfield RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Yıl; 1750. Yeni bir sezon tüm ihtişamıyla başlıyor! Sen daha yerini almadın mı?
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 eutich

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Eutich Westmoreland
İngiltere Prensesi
İngiltere Prensesi



Kraliyet : İngiltere.
Mesaj Sayısı : 6
Kayıt tarihi : 11/06/12

Kişi sayfası
RP Puanı:
eutich Left_bar_bleue96/100eutich Empty_bar_bleue  (96/100)

eutich Empty
MesajKonu: eutich   eutich Icon_minitimePtsi Haz. 11, 2012 8:47 pm

    Uzun yolculukların kısa sonları vardır, Ryder. Ve çok sıkıcı olurlar.

    Juliet’in güzel gülümseyişi beyninde yankılanmaya devam ederken, içindeki acı kat be kat artıyor, kalbini un ufak etmeye devam ediyordu. Her aklına geldiğinde kızgın bir demirin kalbini dağladığını hissedebiliyor, boğazındaki düğümle oturduğu yerde huzursuzca kıpırdanıyordu. Laurene, bu görevin onu biraz daha iyi hissettireceğine inanıyordu. Düşüncelerini biraz da olsa başka yönlere kaydırmak, zaman içinde acının usulca kalbini uyuşturmasını beklemekten çok daha iyiydi. Fakat ölüm acısı, henüz her şey için çok yeniydi. Düşüncelerini hiçbir şey üzerinde odaklayamadığı gibi, bu görev üzerinde de odaklayamayacaktı. Önemli ya da tehlikeli bir görevde olmadıklarının farkında olsa da, bu konuda biraz paranoyaklaşmış, odaklanamazken kendini savunmasız bir halde bulmuş ve yanında bir silah bile getirme ihtiyacı hissetmişti. Bu sen değilsin, diye tekrar etti içinden.

    Juliet’i ilk gördüğü o anı düşünürken, yüzünde ufak bir gülümseme oluşmuştu. Deri kaplı, kalın ve oldukça eski bir kitaba sahip olmak kadar ufacık bir şeyi kalbinde büyütüp onunla yetindiği zamanı hatırlamıştı. Evet, birçok kez değişmişti Alfred. Her zaman ezildiği ve gururunun incindiği o eski ve ruhsuzların ikamet ettiği evden kaçtığında, o kitabı eline aldığında ve Beth’in yüzünü ilk defa uzaktan da olsa gördüğünde. Fakat hiçbir şey onu bu ölüm kadar incitememiş, savunmasız ve çaresiz bırakamamıştı.

    Aaron’ın ufak bir çukura girip çıkmasıyla araba gereğinden fazla sallanmış ve metalik bir gürültü çıkarmış, bir böceğin uçuşunu engelleyen bir ağ gibi birden bire sert bir şekilde Alfred’i gerçeğin içine atmıştı. Soran gözlerle Aaron’a döndüğünde, yolculuklarının başından itibaren takındığı dikkatlice yola bakan surat ifadesini bozmamış olduğunu fark etti. Tek düşünceli ve sorunlu olanın kendisi olmadığı apaçık ortadaydı. Aaron ile aralarında hiçbir yakınlığın olmamasından dolayı, herhangi bir şey sorma gereği de hissetmedi. Aralarındaki ilişki sadece Beth’in ortak noktaları olmasıyla ilgiliydi, o kadar. Gözlerini Aaron’dan çekip buğulu cama dikti. Elini kaldırıp buğusunu silerken çıkan gıcırtı sesi, arabanın içindeki sessizliğe haykırıyordu sanki ve Alfred bundan biraz da olsa rahatsız oldu. Cama dokunduğu eli soğuktan anında morarırken, dışarıyı net bir şekilde görebilmenin verdiği hiçbir hazın olmadığını fark etti. Fırtınanın henüz bitmediğini düşündüren güçlü ve soğuk rüzgar, küçük kar taneciklerini hırpalamak istercesine, oradan oraya savunmasız ve çelimsiz bir şekilde uçuruyor, huzurla yere düşmesine izin vermiyordu. Karın ve rüzgarın uyumsuz ve düzensiz danslarını seyretmek, Alfred’in sadece biraz daha titremesine yol açtı. Camın buğusu Alfred’in dışarıyı izlemesini önlemek istercesine son hızla tekrar yerini aldı. Alfred başka bir eğlence bulmalıydı. Radyoya takıldı mavi gözleri. Çalışmayacağından emin olduğu, dokunmaktan bile çekineceği kadar kirli ve oldukça eski bir radyo. Sesi hafifçe kısılmış, klasik bir müziğin onu düşüncelerinden sıyıracağına emindi, parmaklarını hafifçe radyonun dökük düğmelerinde gezdirdikten sonra, açma düğmesini buldu. İçerideki kasvetli ve cansız sessizliği bu şekilde bozmak, ona nedensiz bir biçimde yanlış gelirken geriledi.

    Ne kadar yolumuz kaldı?” Alfred, gidecekleri yeri, orada ne bulmayı umduğunu ya da en basitinden ne kadar yollarının kaldığını bile umursamadığını fark etti. Hiç düşünmemiş olması, onu biraz da rahatsız ederken, tahmin ettiği cevabı verdi. “Birkaç kilometre.” Sesi, düşünceleri kadar duygusuz, kendisi kadar sevimsiz çıkmıştı.

    Külüstür, çalıştırılmaktan yorgun düşmüş olmalıydı ki, kendinde duracak hali bile bulamamış, bir daha hareket etmeyeceğini söylercesine sarsılmıştı. Aaron ve Alfred’in kapısı aynı anda çarpılarak kapandığında, ikisinin de arabanın içinden çıkmaya can atıyor olduklarını fark etti Alfred. Fakat havanın iliklerine işleyen, örtemediği küçük deri kısımlarının acımasına yol açan soğuk, bu durumu tersine çevirmeye yetmişti.

    Önlerinde duran devasa yapıya göz gezdirdi Alfred. Dış duvarları, cüzama yakalanmış ve ölmüş bir insanı andırıyordu. Pencereleri yer yer kırıktı, hiçbir işe yaramayan kapı tüm şehvetiyle uzun ve ince olarak yükseliyordu. Malikaneye ilk baktığında, burada bir insanın yaşayamayacağını fark ettiyse de, ağzını açma zahmetine girişmedi. 6 melez de bunun farkına varmış olmalıydı. Geniş bahçesine, yer yer bitmiş sarı otlara ve adını dahi bilmediği, sevimsiz bitkilere göz atarken, malikanenin melankolik havasına bürünüverdi bir anda. Laurene’in sıkıntılı bakışlarını yakalarken, tahmin ettiği gibi yolculuğunun pek de iyi geçmediğini anladı.

    Kasabadan kaç kilometre uzaktayız? Sekiz mi dokuz mu?” Sessizliği ve uzun uzun inceleyen bakışları bölerken, en rahat tavrını takınmaya çalıştı. Aslında ölü, çıplak ve soğuk bu yerden tedirgin olduğunu, yanındaki silaha sıkı sıkıya tutunduğunu kimsenin algılamasına izin vermemeye çalışıyordu. Charles, sakin bir tavırla takırdamaması için sıktığı dişlerinin arasından, “On bir diye tahmin ediyorum, arabanın kilometre sayacını sıfırladım fakat, çalışmadı.” Alfred gözlerini Charles’ın buz tutan ve kıpkırmızı kesilen yüzünden çekerken, hafifçe başını salladı, anladığını ifade ederek. Birkaç adım atıp Laurene’ine yaklaşırken, Charles’a bu kadar soğuk davranmakla eline hiçbir şeyin geçmeyeceğini, üstelik Apollon oğlunun bunu hak etmediğini kendine itiraf etti.

    Hadi alalım şu kaltağı.” Laurene’in canını bu kadar sıkan şeyin ne olduğunu içten içe oldukça merak etse de, burada, herkesin içinde soracak değildi. Adımlarının karın içinde boğulmasından, paçalarının karla kaplanmasından oldukça rahatsız olurken, daha da hızlanmaya çalıştı. Arkasında kalan Beth ve Laurene’in küçük atışmasına kulak kabartmadı, nasıl olsa bir şekilde bitecekti fakat bitiren kişinin Lau olmayacağından emindi.

    Önden önden, bu işin bir an önce bitmesini umarak ve nefret ettiği karlara söverek, malikanenin geniş verandasına doğru ilerledi. Tiz bir koku, burnunun direğini sızlatırken, hoşnutsuzlukla suratını buruşturdu. Amonyak kokusu. Birden geri çekilme ve evdeki kişiyi arama işini diğerlerinin yapmasını izleme isteğiyle dolsa da, durmadı. Üç, ritmik ve eve endişe yayan vuruştan sonra sabırsız ve huzursuz bir biçimde beklemeye başladı. Bu cansız malikanenin içinde kimin yaşamasını bekleyebilirdi ki? Malikane gibi renksiz, ruhsuz, solgun ve ürpertici bir insanın birden karşısına çıkması, burada isteyeceği son şeydi. Fakat, evin içinden herhangi bir canlılığa ya da hareketlenmeye dair bir ses gelmedi. Sabrının son damlalarını da arabanın içinde soğuğa bırakmış olmasından dolayı, Charles’a bir bakış fırlatmanın çözüm getireceğine inandı. Eskimiş ve fırtınadan güçsüz çıkmış bir kapının menteşelerinin onlara zorluk çıkaracağına inanmıyordu. Aaron’ın arkalardan hareketlenmesi ve yanında bitmesi ile, hafifçe, tozlanmış ve yıpranmış paspasın altına elini soktuktan sonra, bir sandığın anahtarını andıran, işlemeli, güzelliğini pasların örttüğü bir anahtar çıkardı. Bu da iyi bir çözüm, elbette, diye içinden söylendi Alfred, burnundan solurken. Kapı ardına kadar aralanırken, yeni yeni kendini göstermeye başlamış, fakat pek de bir işe yaramayan güneşin, ışınlarını doğrudan içeriye aktarmasını izledi. Ayaklanan tozlar, havada uçuşup dans ederken, güneşin geri dönmüş olmasına seviniyorlar, ışınların kendilerini altın rengine boyamasına izin veriyorlardı. Yüzüne yayılan isterik bir gülümseme ile tozları incelemeyi bıraktı. İçeriye dağılan ve bu eski malikenin büyüsüne kapılmak isteyenlerin aksine, Alfred kapıya dayanmayı daha uygun gördü kendine. Ellerini cebine atıp soğuktan korumaya çalışırken, hiç kimsenin zevkten burada olmadığını hatırlatıp, nereye gittiğini önemsemeden adımlarını tahta parkeler üzerinde usulca gezdirdi. Uzun bir süre, Juliet’in burada olmaktan ve her objeyi, sanki burada geçen anıların tümünü anlatabilecekmiş gibi dinlemekten ne kadar mutlu olabileceğini düşündü. “Burada da yok, yukarıya bakalım.” Charles’ın sesi, tüm düşüncelerinden sıyırıp kendine gelmesine yardım etti. Salon olduğunu düşündüğü geniş odadaki kardeşine, Aaron’a seslendi. Burada daha fazla kalmak için herhangi bir sebepleri yoktu ne de olsa. Sabrının tükendiğini biliyordu ve kimsenin onu takmamasından dolayı biraz da sinirlenmişti. Gerginliği artarken hızlandırdığı adımlarla salona girdi. Soran gözlerle Aaron’a baktı çünkü onun hipnotize olmuş ya da büyülenmiş gibi bir hali yoktu. Sonra kardeşine dönüp, “Beth? Max, ne yapıyorsunuz?” diye sordu tekdüze bir ses tonu ile. Aaron ona yaklaşıp elleri ile sarsmaktan hiç çekinmedi, fakat Beth’in tepkisi hiç beklenmedik bir tepkiydi Alfred için. Tiz, ıstırap dolu, soğuktan çatlayan ve malikanenin içine anında yayılıp içinde bulundukları durumu bir anda daha da boğucu hale getiren bir çığlık.

    Gözünü bile kırpmaya cesaret edemediği bir anda, küçük kız kardeşini yere yığılırken gördü. Cansız bir beden gibi kontrolünü kaybetmiş, gözleri hafif aralık kalacak şekilde kapanmış ve teni, bir anda bembeyaz kesmişti. Ne olduğunu kavrayamıyor, var gücüyle kardeşine haykırmak istiyordu, fakat kasları işlevlerinden yoksun bir şekilde kaskatı kesilmişti. Alfred'in sadece temiz bir gözyaşının pürüzsüz yanaklarında izlediği yol boyunca hissettiği soğuk dışında, aklında dönüp duran düşüncelerin verdiği acıyı daha da kuvvetli hissediyordu. Kız kardeşini bir kez daha kaybetme düşüncesi, uyku ile uyanıklık arasında, acıdan hassasiyetini kaybetmiş olan zihninde, izlediği altın renkli tozlar misali, onu deli etmek istercesine dönüp duruyordu. Etrafında olup bitenlerin hiçbir önemi yoktu, kardeşinin solgun yüzüne diktiği gözleri, ümitlenecek bir şeyler görebilmek için kapalı gözlerinin üzerinde dolaşıyordu. Bir demet gün ışığının kardeşinin yüzüne çarptığını gördü. Gökyüzündeki gri renkli bulutları, çetin rüzgarları aşıp, kardeşinin yüzünü ısıtmak isteyen, üzerine titreyen ve aniden sönüverecekmiş gibi zayıf, kardeşi gibi çelimsiz altın rengi parıltı...

    Göğüs kafesinde oluşan bir hareket, derin bir nefes sesi, ve Aaron'ın hafifçe gülümseyişi. Beth'in yüzündeki gün ışığı görevini tamamlamış, usulca yok olurken, bir sevince dönüşüp Alfred'in içinde parlamış ve sıcaklığı ile kaslarını gevşetmeyi başarmıştı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Raymond Westmoreland
İngiltere Kralı
İngiltere Kralı
Raymond Westmoreland


Kraliyet : İngiltere
Mesaj Sayısı : 105
Kayıt tarihi : 07/06/12

Kişi sayfası
RP Puanı:
eutich Left_bar_bleue100/100eutich Empty_bar_bleue  (100/100)

eutich Empty
MesajKonu: Geri: eutich   eutich Icon_minitimeSalı Haz. 12, 2012 8:43 am

# Betimleme: 30/30
# Akıcılık: 9/10
# Yazım Kurallarına Uyum: 10/10
# Sayfa Düzeni: 9/10
# Renklendirme: 4/5
# Kurgu: 24/25
# Uzunluk: 10/10
[ Toplam: 96 ]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
eutich
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Netherfield RPG :: Karakter Tanımlama :: Seçim Panosu :: RP Puanı Belirleme-
Buraya geçin: