Netherfield RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Yıl; 1750. Yeni bir sezon tüm ihtişamıyla başlıyor! Sen daha yerini almadın mı?
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Lets Dance

Aşağa gitmek 
+5
Isaac Richardson
Jacqueliny Oswald
Marcella Oswald
Marjory Bartoloměj
Krystelle Bartoloměj
9 posters
YazarMesaj
Krystelle Bartoloměj
Lady
Lady
Krystelle Bartoloměj


Kraliyet : İngiltere.
Mesaj Sayısı : 16
Kayıt tarihi : 10/06/12

Lets Dance Empty
MesajKonu: Lets Dance   Lets Dance Icon_minitimePtsi Haz. 11, 2012 9:24 am

Lets Dance Balo10


En son Krystelle Bartoloměj tarafından Ptsi Haz. 11, 2012 9:52 am tarihinde değiştirildi, toplamda 1 kere değiştirildi
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Krystelle Bartoloměj
Lady
Lady
Krystelle Bartoloměj


Kraliyet : İngiltere.
Mesaj Sayısı : 16
Kayıt tarihi : 10/06/12

Lets Dance Empty
MesajKonu: Geri: Lets Dance   Lets Dance Icon_minitimePtsi Haz. 11, 2012 9:28 am

    Gökyüzü yavaş yavaş karanlığa teslim olurken, Bartolomej Malikanesi’nin önü son bir yıldır olmadığı kadar kalabalıktı. Yılın ilk balosu, yılın ilk olayı. Her ülkeden gelen soylu insanlar, güzel leydiler, yakışıklı lordlar... Son bir aydır süren hazırlıklar artık sona gelmişti. Herkes sosyetenin yeni evlilik sezonuna hazır, gardını almış bir şekilde bekliyordu. Ev sahibi Krystelle Bartolomej, kapıda başı mağrur bir şekilde gelen ziyaretçileri süzmekle meşguldü. Eskiden olsa Bassett Kontesi olan annesi ile birlikte durur, konukları onun yönlendirmesini izlerdi ancak; bu sene bu onun göreviydi. Yanında duran kuzenine gülümsedi. Marjory ve o küçüklüğünden beri birlikte büyütülmüşlerdi. Onlar kuzenden çok kardeş gibiydiler. Şimdi ise, Bassettlar yine her zamanki gibi yılın ilk balosunu açarlarken annesinin eksikliğini o telafi ediyordu. Kızın elinden güç alarak omuzlarını yeniden dikleştirdi Krystelle. Bakışları ikizini arıyor, gözleri büyük balo salonunun içindeki her erkeği gözden geçiriyordu. Krystof Bartolomej, Krystelle’ın ikizi, yakışıklı ve bir o kadar çapkın, ulaşılmaz, sosyetenin karanlık şöhretli delikanlısı, Bassett Kontu. Çoğu erkeğin korktuğu, neredeyse bütün kızların ayılıp bayıldığı Krystof. Burada olacağına dair söz vermişti ikizine, genç kız biliyordu ki ikizi asla sözünden dönmezdi. Usta bir kalp kırıcı olabilirdi ancak söz konusu ailesi olduğunda kesinlikle tartışmayı söz konusu yapmazdı. Bugün, partiye gelecek birçok leydinin onun önüne düşüp, onunla olabilmek için planlar yaptığını pekâla biliyordu. Annelerinin öldüğü gün... O gün, her şey değişmişti onlar için. İki çocuğunun da evliliğini göremeyen dişi aslan gözlerini yumduğunda, her ikiside en yakında evleneceklerine dair söz vermişlerdi. Şimdi ise yerine getirmeleri gereken bir görev vardı. Ciğerlerine temiz havayı dolduran genç kız, elbisenin eteklerini kavrayarak içeriye giren düke eğilerek referans yaptı. “Lordum,” dedi sesindeki memnuniyeti dile getirerek. Adam başını eğerek onu selamladığında ise suratına oldukça samimi bir gülümseme kondurdu.

    Sonbaharın hüzünlü şarkıları kulaklarında yankılanırken hava hâlâ sıcaktı. Uzun zamandır süren sıcaklar hiç bitmeyecekmiş gibiydi. Kara kışı hiçbir zaman sevmemiş biri olarak Krystelle bu durumdan oldukça memnundu. Soğuk ve sert havasıyla İngiltere kışları çekilmez oluyordu. Marjery’e dönerek kimsenin duymamasına özen gösterdiği bir ses tonuyla adeta fısıldadı. “Bu konuklar hiç bitmeyecek mi?” Marjery’nin kahkahasının anlamı bariz bir şekilde bunun hayır olduğunu acı bir şekilde göstermişti. Gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalan genç kız referans yapmaktan yorulmuş, suratındaki gülümsemesi ise hiç silinmeksizin öylece dururken omuzlarına değen ellerle irkildi. Dehşet dolu bakışlarla arkasına döndüğünde ise gördüğü Krystof’tan başkası değildi. Eğer evlerinde bu kadar yabancı bir arada olmasaydı elindeki yelpazesini onun kafasına geçirirdi; ya da hayır... Kafasına geçirecek yelpazeden çok daha sert bir şeyler bulurdu.

    Bu gece onlar için önemli olmasına rağmen beyfendi salona saat on buçukta ancak teşrif edebilmişti. Aslında durum söz konusu olduğunda bunu yadırgamadı Krystelle. Krystof hayatı boyunca balolardan kaçmış, evlenmeyeceğini iddia ederek ünlü metresler ve dullarla takılmıştı. Geldiği nadir balolara hiçbir zaman on ikiden önce uğramamıştı. Bu onun için bir ilk olsa gerekti. “Git ve şurada sana ayılıp bayılan leydilere kur yap Krys,” dedi. “Eminim bir leydiyle baloda dans etmeyeli uzun zaman olmuştur.” Sesindeki alaycı tona karşılık Krystof’un sırıtışı yüzüne yerleşmişti. Can alıcı bakışıyla uzaklaşırken, Krystelle bu sefer de yaşlı bir kontese eğilerek selam verdi. Peşi sıra Oswaldların birbirinden zıt iki kızı ile anneleri içeri girdiğinde kendisini Marcella’ya kötücül bakışlar atmaktan alıkoyamadı. Herkesin dilinde Marcella’nın bu dönemin en güzel kızlarından biri olduğuna dair söylentiler vardı, ki bu kesinlikle doğruydu. Kızın baştan çıkarıcı dudakları, çekici bakışları ve kusursuz bir vücudu vardı. Ancak kişiliği... İşte bu kısıma gelince, Krystelle bu kızdan nefret ediyordu. Çünkü kızın kişiliğini yalnızca kızlar biliyordu, Krystof bile onun nasıl bir şirret olacağı konusunda Krystelle’a inanmamıştı. Ah Tanrım, diye düşündü genç kız. İçinden adaletin yerini bulacağına yeminler ederken Marjery’nin de aynı kötücül bakışlarla kızı süzdüğünü fark ederek gülümsedi.

    Saatin on bire kadar nasıl geçtiğini bilemiyordu genç kız. Artık konukların birkaçı harici hemen hemen hepsi gelmişti. Büyük Malikane’nin kapıları kapandığında ileriye doğru birkaç adım attı. Normalde balolara her saatte giriş serbestti ancak annesi on birden geç gelenlerin saygısız olduğunu söyler ve onları kabul etmezdi. Bu anlayışa saygı duymuş olan genç kız kapıları kapattırdığında içeriye kimseyi almamalarını tembihlemişti hizmetlilerine. Bartolomej Malikanesi büyüktü, fazlasıyla büyük. Malikane’nin içinde iki yüzden fazla oda, birkaç dönüm büyüklüğünde bir bahçe vardı. Bahçedeki çiçekler özenle seçilmiş, mimari tamamen usta ellerle planlanmıştı. Kusursuz bir görüntü, diye düşündü genç kız içten içe. Eğer bir Bartolomejseniz, kusursuzluk ve mükemmellik sizin ana felsefeniz olurdu. Çarpıcı güzelliğe sahip olan genç kız, en büyük silahı olan gülümsemesi ile etrafına bakındı. Konuklarla muhabbet etmeyi sürdürürken Marjery’i kaybetmiş, kalabalığın arasına karışmıştı. Orkestra hafif müziği ağır ağır başlattığında, göz ucuyla koluna bağlanmış olan dans kartına baktı. İlk dansı özenle boş bırakmış olmasının sebebini kendisi se bilmezken gözleri bahçenin kapısında duran Birmingham dükünü gördüğünde gidip gitmemek arasında bir çelişkiye düştü. Normalde mürebbiyesi –kadın en ihtiyacı olduğu zaman nereye kaybolmuştu hiçbir fikri yoktu- veya kendi kanından bir büyük olmadan tek başına adamın yanına gitmesi yanlış olabilirdi. Hatta aslına bakarsa, peşinden gelen erkek sürüsünü hesaba katarsak ilgilenmesi gereken onlarca adam vardı. Ancak arkasındaki yapışkanlardansa –o onlara böyle diyordu, tanrı biliyor ya sosyeteden biri duysa bu onun sonu olurdu- zeki bir adamı tercih ederdi. Belki okuma fırsatları olmayabilirdi; ancak Krystelle havadan sudan konuşup duran o beyinsiz kızlardan olmamıştı hiç. Ağır adımlarla düke yaklaştığında adamın gözlerindeki parıltıyı fark etti. Göz göze geldiklerinde bir süre öylece kaldıysa da, dizlerini kırması çok uzun sürmedi.



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Marjory Bartoloměj
Lady
Lady
Marjory Bartoloměj


Kraliyet : İngiliz
Mesaj Sayısı : 37
Kayıt tarihi : 10/06/12

Kişi sayfası
RP Puanı:
Lets Dance Left_bar_bleue100/100Lets Dance Empty_bar_bleue  (100/100)

Lets Dance Empty
MesajKonu: Geri: Lets Dance   Lets Dance Icon_minitimePtsi Haz. 11, 2012 12:25 pm

“Rahibe olduğundan haberim yoktu Marjory.”

Adı Marjory olan genç kız gözlerini devirerek üzerindeki elbiseye bir bakış attığında, rahibe olduğunu düşündürtecek bir şey olmadığını söyleyecek olsa da belli ki Krystelle öyle düşünmüyor, ilerleyerek kızın dolabını açtı. Birkaç elbiseyi ‘pfft’layarak geçse de, sonunda birini beğenmiş görünüyor, sırıtarak elbiseyi askılardan kurtardı. Marjory ilgiyle onun seçtiği elbiseye bakmak için başını uzattığında dayanamayarak bir kahkaha attı.

“Rahibe olmaktan memnunum. Onu hayatta giymem. Hem Krystof bizi öldürür.”
“Hadi ama Marjory.”

Kahverengi saçlı kız gülerek gözlerini devirse de, bu elbiseyi giyip giymemek arasında kalmış, bir şeyler homurdanarak elbiseyi aldı. Paravanın arkasına geçip giyinirken, Krystelle’ın da parfümünü sürdüğünü duyumsadı. Birkaç dakika sonra kendisini neredeyse çıplak hissederek içeriye geçtiğinde, sarı saçlı kızın kocaman gülümsediğini duydu.

“Ah, birde giymeyeceğim diye tutturdun. Bunu çıkarırsan seni Krystof öldüremeden ben öldürürüm.”

Marjory ellerini kaldırarak pes ettiğini ilan ettiğinde, Krystelle zafer gülümsemesiyle zümrüt yeşili elbisesinin eteklerini düzeltti. Ardından zarif bir topuzla topladığı saçlarından ayırdığı bir lüleyi düzelterek yüzünün yanına bıraktığında hazır olduğunu söyledi. İki kız birbirlerini son kez kontrol ettikten sonra girişe doğru ilerlediler.

Marjory yanındaki Krystelle ile gelen konukları karşılarken, geçen sezonu düşündü. Bu zamanlarda yeniden Bartolomejlerin evinde yine muhteşem bir balo vardı. Kontes Bartolomej tüm zarafetiyle baloyu mükemmel bir şekilde yürütüyordu. Ama kontesin ölümüyle balonun tüm yükü Krystelle’ın omuzlarına yıkılmıştı. Marjory onu yalnız bırakmamaya çalışıp, sürekli baloya yardım etse de, Krystelle’ın annesini aradığını çok iyi biliyordu. Yine de bunun da en az geçen seneki kadar mükemmel bir balo olacağı aşikardı. Çalışmalara daha erken başlamış, daha çok yardımcı kullanmışlardı. Krystelle’ın durgunlaştığını hissettiğinde kızın elini güç vermek istercesine sıktı.

Hava kararmasına rağmen hala insanın yüzünü yalayarak geçen sıcak bir rüzgar koskocaman bahçede geziniyordu. Marjory kendisini bu minik rüzgara emanet ettiğinde, bugün Tanrıların Bartolomejleri kayırdığını rahatlıkla söyleyebilirdi. Krystelle gözlerini devirerek kendisine döndüğünde bir konta gelmesinden ne kadar büyük bir memnuniyet duyduğunu söylemekle meşguldü. Adamı başından savdıktan sonra kuzenine dönüp hafifçe kaşlarını kaldırdı.

“Bu konuklar hiç bitmeyecek mi?”

Marjory bununla dayanamayarak şen bir kahkaha attığında, Krystelle çoktan cevabını almış, bir kez daha gözlerini devirip önüne döndü. İkisi yeniden gelenleri karşılayıp, memnuniyetlerini belirtmeye devam ettiler. Birkaç dakika sonra Krystelle’ın irkildiğini hissettiğinde o tarafa döndü. Krystof’u gördüğünde usulca gülümseyerek hafif bir reveransla beraber alaylı bir sesle konuştu.

“Kont Bartolomej, sizi görmek ne büyük lütuf. Bir an hiç gelmeyeceğinizi düşünmüştük.”
“Böylesine güzel leydilerin olduğu bir baloya gelmeseydim, sevgili Krystelle beni öldürürdü.”

Marjory usulca gülerek önüne döndüğünde hala gelen bir çok kişinin olduğunu görüyor, sıkılmaya başladığını hissetti. O sırada Oswald’lar içeriye girdiğinde, erkeklerin bakışlarının o tarafa dönmesiyle Marcella’nın da geldiğini anladı. Krystelle kıza öldürücü bakışlar atmakla meşgulken, Marjory’nin de ondan bir farkı yok, onu neden davet ettiklerini merak ederek önüne döndü. Genç lordların tümü kızla konuşmak için o tarafa akın akın ilerlerken, onların kızın şirret yüzünü nasıl göremediğini merak etti. Kızı bir kez daha şahane oyunculuğu için içten içe tebrik etti.


Malikanedeki büyük saatin sesini duyduğunda, zamanın ne kadar çabuk geçtiğini düşündü. Hizmetlilere kapıyı kapatmalarını söylemek için girişe gidecekse de, bunu Krystelle’a bırakmaya karar verdi. Konukların arasına karışarak Bartolomej’ler için önemli olan birkaçıyla konuşmak üzere etrafına bakındı. Genç bir dükün yanına ilerleyip, uzun bir sohbeti başlattı.



Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Marcella Oswald
Lady
Lady
Marcella Oswald


Kraliyet : İngiltere
Mesaj Sayısı : 8
Kayıt tarihi : 09/06/12

Lets Dance Empty
MesajKonu: Geri: Lets Dance   Lets Dance Icon_minitimePtsi Haz. 11, 2012 2:03 pm

    Kusursuzluk. Marcella’yı tanımlayan kelimenin ta kendisiydi, kusursuzluk. Doğduğu ilk günden beri öğrendiği yegane şey buydu genç kızın. Aklından geçenlere kimse engel koyamazdı; ancak mükemmel olduğun sürece istediğin her şeyi yaptırabilirdi. Marcella Oswald, sıradan bir leydi olmamıştı hiçbir zaman. Daha küçük bir kızken bile insanların gözlerini üzerine toplamış, dikkat çekmesini bilmişti. Büyüdükçe olgunlaşan vücudu ise hayatta ona pek çok şansı altın tepside sunmasını sağlamıştı. Erkeklerle nasıl oynayacağını, onlara nasıl kur yapacağını, istediğini nasıl yaptıracağını bilirdi. Kendi kendisini aynanın karşısında süzerken gülümsedi. Sosyetedeki kızların hepsinden güzeldi; pekâla bir iki rakibi olabilirdi ancak, hiçbiri onun kadar sinsi olmayı beceremezdi. Erkekler için bir melekti Marcella. Güzel gözlerini kırpıştırır, dolgun dudaklarıyla nazik sözler fısıldar, onların suyuna gider, nazik kız rolünü oynardı. Kusursuz oyunculuk. Melek olmadığını kendisi de biliyordu genç kız, zira kızlar söz konusu olduğunda içindeki canavar durdurulmaz oluyordu. Üzerindeki toz pembesi elbisenin hafif göğüs dekoltesini aşağı doğru çekti. Korsesini tam oturttuğunda yere doğru uzanan eteklerini düzelterek, hafif bir tokayla dağınık bir şekilde toplanılmış lüleli sarı saçlarına göz attı. Aynadaki görüntü onu tatmin ettiği sırada, arkasından gelen ayak sesleri üzerine narin bir hareketle arkasını döndü. Ablası Jacquliey’in gözleri ile karşılaştığında onun gözlerinin elbiseyi buluşunu ve ardından suratının kasılışını büyük bir keyifle izledi. “Pembe benim rengim Jac senin değil,” dedi alaycı bir ses tonuyla. Kızın kendi için seçtiği elbiseyi giymekten bir an bile pişmanlık duymaksızın devam etti. “Ancak dekoltelerini biraz daha aşağıdan seçmelisin. Yoksa evde kalacaksın.”

    Yumuşak ve melodik kahkahaları Jac’ın sinirli bakışlarıyla karşılaşırken, kızın bir şeyler demek için ağzını açtığını gördüğünde onla uğraşamayacağını düşünerek kendisini odadan dışarı attı. Elbisesinin eteklerini toplayarak hızla merdivenlerden indiğinde neredeyse ağabeyi olan Aurélien ile çarpışıyordu ki, son anda geriye kaçmayı başardı. Kardeşinin yüzündeki memnun gülümsemeye güzel bir sırıtışla karşılık verdi. Ve; tam da o anda kardeşinin estirdiği terör başladı, yine. Annesinin sinirli nidalarını duyduğunda oralı olmaksızın çalışma odasında oturan babasına ilerledi. Kapıyı tıklatıp içeri girdiğinde adamın gergin suratı bir anda gülücekle aydınlandı. Marcella babasını severdi, aslında bu evde en çok onu severdi. Çünkü ne olursa olsun onun kendisini savunacağını bilirdi. Küçük bir referans yaparak adamın çalışma masasının önündeki koltuğa nazikçe oturdu. “Jac yine annemin aklını dolduruyor babacığım. Elbisesi ona büyük geliyor diye ben giydim, ona ise kendi elbiselerimden birini ayarladım. Onun için özellikle seçip, yazık olmasın diye bunu tercih ettim. Oysa o bunu anlayamıyor,” dedi ağlayacakmış gibi bir ses tonuyla. “Sonra Marcella kötü deniyor. Neden iyilikten anlamıyorlar baba?” Elindeki mendille gözlerini kurularmış gibi yaptı. Sesindeki duygu o kadar yoğundu ki babası ona şefkatli bakışlarla baktı. “Sen onları dert etme Cella, ben gerekeni yaparım.” Teşekkürler mırıldanarak yavaşça ayağa kalktı ve odadan çıktı. Boğazına kadar gelen kahkahayı atmak üzereydi ki, yutkunarak buna engel oldu. Tanrı biliyordu ya, bu erkekleri kandırmak gerçekten çok kolaydı.

    Daha ne kadar bekleyebileceğinden emin değildi genç kız en sonunda bekleme odasında oturmaya karar verdiğinde. Gözlerini kapatarak Bassett Kontu’nun yakışıklı yüzünü anımsadı. Bu adam kızlar arasında gerçek bir efsaneydi ve sezonun ilk balosu her zamanki gibi onlara, Bartolomejlere aitti. Kontun çapkınlığı efsanevi olabilirdi ancak; Marcella isterse adamı diz çöktürtebileceğini biliyordu. Sezona ilk kez geçen sene katılmış ve tam on altı tane evlilik teklifi ile rekorlara geçmişti. İçlerinde soylu olmayıp zengin olanlardan, markilere kadar rütbeli insanlar vardı. Her biriyle güzel bir evlilik yapabilir, hayatının sonuna kadar mutlu mesut yaşayabilirdi. Güzelliğinin farkındaydı, aşk evliliği arayan salaklardan değildi; hele ki kardeşi gibi. O aşkın çoktan öldüğünü biliyordu. Aşık olmayacaktı da. Buna rağmen evlenecekse suratına bakmaktan tiksineceği biriyle değil, hem zengin hem akıllı hem de yakışıklı biri olacaktı. Bu kriterlere uyan insanlar yok değildi, buna rağmen bu seneyi beklemeyi tercih etmişti işte. Gözlerini açtığında annesi ile kardeşinin hazır olduğunu gördü. Jacquleiy güzeldi, üzerinde Marcella’nın giydiği kadar olmasa da hoş bir elbise vardı ancak o doğuştan şanssızdı. Çünkü kardeşi Marcella Oswald’ın ta kendisiydi, bu yüzden ablası onun gölgesinde kalmaya –sezonun diğer kızları gibi- mahkumdu.

    At arabasıyla çıkılan yolculuğun hiç bitmeyeceğini düşünmeye başlamıştı Bartolomej Malikanesine varana dek. Yolculuk oldukça sıkıcıydı, Jac’ın kendisine iğneleyici konuşmaları, annesinin öğütleri... Yelpazesini sallayıp onları duymazdan gelen Marcella araba durunca kapıya ilk atılan oldu. Arabacının kendisine uzattığı ele küçümseyerek baksa da bir hanımefendi gibi indi arabadan. Daha iner inmez tüm bakışlar ona çevrildiğinde cilveli bir gülümseme takındı. Elbisesinin eteklerini kavrayarak annesi ve kardeşi ile beraber balo salonunun içine daldı. Kapıda onları karşılaması için kontun kendisini beklerken ikiz kardeşi ve kuzenini görünce suratını ekşitti. Krystelle ve Marjory. Sosyetede parmakla gösterilen diğer güzel kızlardılar onlar. Marcella Krystelle’dan itinayla nefret ederdi; ikizinin mükemmelliğini paylaşıyordu çünkü. Kendisini nasıl kullanacağını bilir ve aklıyla hareket ederdi. Gerçek ve zorlu bir rakip. Marcella da onun kadar güzeldi fakat genç kızın onu Krystelle kadar rakip görmemesinin sebebi kızın kendisini kapatmasıydı çevresine karşı. Yine de, rakip rakiptir dedi kendi kendine. Buradakilerin hepsi soylu leydilerdi ve bu bir savaştı. Arkasından gelen kadifemsi bir ses duyduğunda yavaşça o tarafa döndü. Birkaç baron, birkaç şövalye ve bir vikont. Hepsine sırayla referans yaptı tatlı gülümsemesi eşliğinde. İşe yaramazlar diye düşündüyse de, gözleri Eastwell Markizi, Manchester Kontu ve Bassett Kontunu bulduğunda nefesini tuttu. Üçü birbirinden yakışıklı, üçü birbirinden çapkın, üç zenginlikte sınır tanımayan soylu. Yutkunan genç kız kendi kendine altın üçlüden biriyle evlenmezse başarısız olacağına dair içten içe yeminler ederek onların yanına doğru ilerledi. Üçü de genç kızı gördüklerinde sırıtırlarken, kardeşinin ya da annesinin nerede olduğunu bilmiyor, onları umursamıyor, referans yaptı genç kız. “Lordlarım,” dediğinde ise sesi gerçekten bir meleğe aitti. “Keyiflerinizin iyi olduğunu düşünüyorum. Zira balo sizler için güzel kızlarla dolu.” Tam bir yalan diye düşündü. Tartışılmaz tek kişi karşılarında duruyordu; ve üç lord da sahiplenilmek için oracıkta bekliyorlardı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Jacqueliny Oswald
Lady
Lady
Jacqueliny Oswald


Kraliyet : İngiltere
Mesaj Sayısı : 14
Kayıt tarihi : 09/06/12

Kişi sayfası
RP Puanı:
Lets Dance Left_bar_bleue100/100Lets Dance Empty_bar_bleue  (100/100)

Lets Dance Empty
MesajKonu: Geri: Lets Dance   Lets Dance Icon_minitimePtsi Haz. 11, 2012 4:07 pm

    Ve işte başlıyoruz, diye içinden geçirdi genç kadın kızıl buklelerini sıcak maşa ile tuttururken. Saçları kusursuz olmalıydı. Tek bir tel bile diğerlerinden ayrı durmamalı, bütün tokalar aynı hizaya bakmalıydı. Elbisesi fazla cüretkar olmamalıydı fakat bütün kadınlığını da göstermeliydi. Makyaj yaparken kullandığı renkler normalde solgun olan tenini ışıl ışıl parlatmalıydı. Öyle bir parfüm seçmeliydi ki, bir beyefendiye yaklaştığında adam kendisini kraliyetin çiçek tarhlarından birindeymiş gibi hissetmeliydi. Yoksa nasıl zengin bir koca bulabilirdi.

    Kadın olmak ve soylu olmak buydu işte. Her daim mükemmel görünmek, mükemmel kokmak, mükemmel konuşmak zorunda olmak. Her daim boynu yukarıda, yüzlerce ip ile tutturulmuş korselerin içinde boğulmamaya çalışarak insanları etkilemeye çalışmak. Kadın olmak ve soylu olmak demek, bütün kadın ve soylu olanlara ezberletilmiş olan sohbet konularını ezbere bilmek demekti. İnce parmaklarıyla piyano resitalleri vermek, sonra da ne kadar harika çaldığıyla ilgili övgüleri kibarca kabul etmekti.

    Eğer kadın ve soyluysanız, doğduğunuz anda anneniz sizin geleceğiniz için planlar yapmaya başlayacaktı. Sizinle aynı dönem doğan bütün erkek ve soylu bebeklerin aileleriyle iletişime geçecek, yaklaşık 16 yıl sürecek sıcak bir dostluk kurmaya çalışacaktı. 16 yıl sonra sosyeteye ilk tanıtıldığınızda ise herkes sizi alkışlayacaktı. Aferin size. Artık kamuya mâl olmuş bir açık arttırma konusu olmayı başarmıştınız.

    Bütün o kibar gülümsemelerin, zarif yürüyüşlerin, muhteşem kahkahaların doldurduğu salonda hiçbir pahalı parfümün bastıramayacağı tek bir koku vardı. Paranın kokusu. Bütün muhabbetler kimin ne kadar kazandığı ile ilgiliydi. Anneler kızlarını evlendirmek için zengin bir soylu arıyorken, babalar miraslarına miras katmanın derdindeydi. Genç kızlar salınıyor, dans ediyor, kahkaha atıyor, erkekler ise kendileri için özel olarak hazırlanmış bu açık arttırmada ömürlerini geçirecekleri ve paralarını paylaşacakları güzel kadını seçmeye çalışıyordu. İşleri çok zordu doğrusu.

    Kadın olarak doğmak, kötü şans demek ki. Şanssızlık demekti. Eğer kadınsanız, ne kadar zeki olduğunuz, ne kadar çok kitap okuduğunuz hiçbir önemi yoktu. Basenlerinizin ne kadar geniş olduğu ve göğüs ölçüleriniz daha önemliydi. Jacqueliny Oswald ise sosyetenin bir numaralı şanssızıydı. Genç kadının güzelliği daima sivri dilinin gölgesinde kalıyordu. Bir de biricik kızkardeşi Marcella’nın.

    Saçlarının gerçekten güzel göründüğüne kanaat getirdiğinde yavaşça oturduğu puftan doğruldu. Yatağının tepesindeki cibinliği sıyırarak elbisesine uzandı. Kırmızının bordoya yakın bir tonunda, mat bir elbiseydi. Güzeldi. Bir genç kadının bu akşam ki balo da sahip olmak isteyebileceği tek şeydi fakat tek bir sorun vardı ki, onun değildi.

    “İşte asıl şimdi başlıyoruz,” diyerek burnundan bıkkın bir nefes verdi. Marcella yine yapacağını yapmış, Ursula’nın bir ay önceden Jac için diktirdiği pembe elbiseyi kendisi giymeye karar vermişti. Prenses hazretleri bir şeye karar verdiyse sormaya gerek duymazdı. Eğer bir şeyi istediyse, alırdı. Hiçbir şekilde pazarlık veya anlaşma söz konusu değildi. Elbiseyi geri alamayacağını bilse de sadece adet yerini bulsun diye kardeşinin odasının yolunu tuttu.

    Elbise gerçekten Marcella’da, onda durduğundan daha güzel durmuştu. Aynadan kardeşi ile göz göze geldiğinde kaşlarını kaldırdı. Kardeşi ise o kadar umursamaz ve sinir bozucu derecede mutluydu ki, genç kadın dilini ısırmadan edemedi. Pembe elbisesinin göğsünü düzelten Marcella, pembenin onun rengi olduğunu ilan ederek tartışmaya son verdi. Jac bağırmak, çağırmak istiyordu. Ona her zaman bir şeyleri sadece istediği için veya sadece güzel olduğu için elde edemeyeceğini anlatmak istiyordu fakat bu masalın sonunu çok iyi biliyordu. Marcella, o güzel dudaklarını sarkıtarak babacığının kucağına koşacak, babacığı ise bu zamana kadar yaptığı en güzel ve tek güzel şey olan kızını kırmamak için gelip, sivri dili yüzünden sürekli başına bela açan Jacqueliny’e kızacaktı.

    Genç kadın homurdana homurdana koridorda yürürken ikizi bütün yakışıklılığı ile onun karşısına dikildi.“Birileri kardeşimi üzmüş,” diyerek kardeşinin düşmek üzere olan birkaç buklesini düzeltti. Jacqueliny, burnunu yaklaşık onun boylarında olan kardeşinin boynuna gömerek alaycı bir şekilde mırıldandı.“ Nereden anladın? Kim olabilir acaba?!” Aurélien, gerginliği havada görebildiğini söyleyerek onun başını öptü.

    “Eminim şimdi babacığının yanında cici kızı oynuyordur. Sakın bana onları koruma.” Kardeşi, koruyacağı varsa bile ellerini kaldırarak öyle bir şey yapmayacağını söyledi. Jac, bütün hırsı ile onun ceketinin ütüsünü bozarak hırıldanmaya devam etti. “Evlense de kurtulsam.”

    Aurélien, onu itti ve kahkaha atarak odasına ilerledi. Jac sonraki beş dakika içerisinde kendi için uygun görülmüş kırmızı elbiseyi giymiş, makyajını tamamlamış ve at arabasında annesinin yanına kurulmuştu. Prenses hazretleri de bindiğinde balo evinin yolunu tuttular. Aurélien, ortamı yumuşatmak için birkaç espri yapsa da mümkün değildi. Geldiklerinde genç kadın kendisini hışımla aşağıya attı.

    Annesinin hemen yanında ilerlerken Marcella adetlere uygun davranmayı bilmesine şükretti. Ablasının hemen bir adım arkasında yürürken bütün bakışlar onların üzerindeydi. Birkaç yakışıklı Lord, Marcella’yı kapayacaklarını anladıkları için bakışlarını Jac’e yöneltince genç kadın annesinin kulağına mırıldandı. “Başladık. Yine.”

Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Isaac Richardson
Lord
Lord
Isaac Richardson


Kraliyet : İngiltere
Mesaj Sayısı : 9
Kayıt tarihi : 09/06/12

Lets Dance Empty
MesajKonu: Geri: Lets Dance   Lets Dance Icon_minitimePtsi Haz. 11, 2012 11:31 pm

    “Viski,” diye inledi genç adam. Isaac Richardson, cebinde bir yerlere sıkıştırdığı, bir viski olmasa bile onu yatıştırabilecek konyağını ararken etrafında onu kesen kadınların, ayıplayan erkeklerin bakışlarına aldırış etmiyordu. Dudaklarında emanet duran sigarasını yere ağıtıp ayağıyla ezdi. Ardından metalik şişedeki sıvının içindeki bütün zehri temizlemesine izin verdi.

    Isaac Richardson’ı tanımak istiyorsanız, bilmeniz gereken en önemli noktaydı bu. Birkaç kadeh içkiden sonra bütün dünya Isaac’e mükemmel görünürdü. Kuşlar şakır, dereler çağlar, bütün insanlar mutlu olurdu. Birkaç kadeh içkiden sonra bütün kadınlar güzeldi. Çünkü bütün kadınlar aynıydı. Bakımlı bir surat, ince bir bel, güzel bukleler, para hırsı, koca bulma tutkusu. Bütün kadınlar Isaac ile beraber olmak istiyorlardı. Ve Isaac de bütün kadınlarla beraber olmak istiyordu. İşte babası ile bütün anlaşmazlığı da tam bu nokta da başlıyordu.

    Genç Lord, sosyetede boy göstermesi gereken yaşın geldiğini anladığında, bavulunu toplayıp, bir gece treni ile Fransa’ya kaçmıştı. Babası ona para yollamış, iyi olup olmadığını kontrol etmiş, bütün ihtiyaçlarını karşılamış fakat onunla hiçbir zaman irtibat kurmamıştı. Isaac’e göre biraz fazla tepki veriyordu. Tamam, o babasının tek varisiydi. Tamam, bir gece aniden kaçması bir sürü skandala sebep olmuştu. Tamam, Fransa’da senelerce eşek yükü ile para harcayıp, milyonlarca kadınla gününü gün etmişti fakat Isaac her zaman nerede duracağını, ne zaman duracağını bilmişti. Ve genç adam anlıyordu ki, artık durulmanın zamanı gelmişti.

    Seneler önce yaptığı gibi yine bir gece trenine atladı, Isaac. Fransa’da kurduğu hayatı, sevgililerini, evini arkada bırakırken bu sefer son durak tam tersi istikametteydi. İngiltere... Gece hayatı, içki ve kadınlar güzeldi. Fransa güzeldi. Fakat güzel olmayan şey artık genç sayılmayacak yaşlara adım atmasıydı. Isaac babasının ona hiçbir zaman geri gel demeyeceğini adı gibi biliyordu. Bu zamana kadar her şeyi kendi başına düşünmüş ve planlamıştı. Bundan sonra da değişmeyecekti.

    Kendisi bile bunu yüksek sesle söylemeye cesaret edemiyordu fakat doğru buydu. Isaac Richardson, evlenmeye karar vermişti. Bu sezon veya bir sonraki sezon. Orada boy gösterecek, siyah ve uslanmaz saçları, deniz mavisi gözleriyle bütün kadınların aklını başından alacak –tabii ki, cüzdanındaki hatrı sayılır miktardaki kabarıklığı da yabana atmamak gerekiyordu- hayatını paylaşacağı bir leydi bulacaktı. Ürkütücüydü.

    Kendisini annesi gibi bir kadınla aynı evi paylaşırken, sabahları sallanan sandalyesinden gazete okurken, çocuklarıyla oyun oynarken hayal ettikçe boğazını saran kravat ona bir idam ipinden farksızmış gibi geliyordu. Şişenin dibinde kalan son damlaları da kafasına dikti. Trenin acı düdüğü artık yolculuklarının bittiğini ilan ediyordu. Şu anda trenden atlayıp, bir sonraki Fransa treni için bilet alabilirdi. Yada bambaşka bir yere. Hayatı baştan aşağı değişiyordu. Bütün cesaretini toplayarak bavuluna uzandı. “Risk almayan, hiçbir şey alamaz Isaac.”

    Hayatı risklerden ibaret olan adam, bu seferki oyunun pek eğlenceli olmayıp, kesin ölümle sonuçlandığını düşünerek istasyondan dışarı çıktı. Kesinlikle geri dönmek yoktu. Bir fayton durdurup, sezonun açılış balosunun yapılacağı evin adresinin yazılı olduğu kağıdı şoföre uzattı.
    Çok da uzak olmamalarının verdiği rahatlık ile birkaç saniye sonra balo evindeydiler. Genç adam pantolonunun, ceketinin ütüsünü el yordamı ile düzelterek, içki kokusunu bastırması için parfüm şişesini üzerine boşalttı.

    Arabadan iner inmez gözüne çarpan sarı saçlı kadın ile kaşları birbiri ardına kalktı. Krystelle, diye düşündü adam bir yandan da sırıtırken. Onu en son gördüğünde 13 yaşlarında sevimli bir kızdı. Cılız, sarı saçlarını daima tepeden toplayan o çocuğun, bu kadın olmuş olması imkansızdı. Fakat Isaac o gözleri unutamazdı. Hala alev alev parıldıyor, hınzırlık yapacak yer arıyorlardı. Genç kadın her ne kadar çok güzel olsa da, her ne kadar vücut hatları hakkında Isaac’e roman yazdırabilecek olsa da genç adam onu pas geçmek zorundaydı. Krystelle’ı severdi. Ve bilirdi ki, onun söyleyeceği hiçbir tatlı söze kanmazdı.

    Balo salonundan içeri girdiğinde bütün gerçeklik, bangır bangır çalan dans müziği ile suratına çarptı. Eve geri dönmüştü. Onu gören birkaç kadın birbirlerini dürterek gelenin kim olduğunu soruyorlardı. Haberin bütün salona yayılması birkaç dakikayı almazdı. Genç adam bu süreyi içki içerek değerlendirme kararı aldı. Garsonlardan birisinin tepsisine ilerlerken ileriden barut fıçısı gibi kıpkırmızı bir suratla gelen kadın ile geriledi. Kimdi?! O muydu?! Olamazdı değil mi?!

    “Nasıl gittiysen, öyle geliyorsun Isaac Richardson! Sessiz sedasız.” Kızıl saçları bembeyaz tenini sarmalayan, minyon kadın, yemyeşil gözlerini açmış, açıklama bekliyordu. 10 sene kadar gecikmeli gelecek bir açıklama. “Jacqueliny?!” diye merakla sordu genç adam. Kadının minik başı hararetle sallandı. Isaac ile heyecanla ilan etti. “Evde kalmışsın!”

    Koluna vurulmasıyla sesini kontrol altına aldı. “Evde kalmadım, Richardson. Evlenmemeyi tercih ettim. Arada çok fark var.” Isaac, eski en yakın arkadaşını cümledeki aynı senin gibi ibaresini duyabilecek kadar iyi tanıyor, homurdandı. “Bu kadar güzel olabileceğini 10 sene önce görebilseydim, gitmezdim, Jac. Emin ol.”

    Tam o sırada onun suratına bile bakmayan, hiçbir zamanda sevmeyen Ursula tarafından genç kadın hızla onun yanından uzaklaştırıldı. Yeşil gözlerdeki sonra görüşeceğiz bakışı Isaac’e cevap olurken içkisini alarak salonda sessiz bir yer aramaya başladı. Bu gece sadece gözlem yapacaktı.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Krystof Bartoloměj
Bassett Kontu
Bassett Kontu
Krystof Bartoloměj


Kraliyet : İngiltere
Mesaj Sayısı : 6
Kayıt tarihi : 08/06/12

Lets Dance Empty
MesajKonu: Geri: Lets Dance   Lets Dance Icon_minitimeSalı Haz. 12, 2012 10:55 am

    Kadınlar, içki, özgürlük. Üç altın kelime. Krystof Bartolomej içinse hayatını özetleyen üç kelimenin ta kendisi. İsmini hatırlamadığı bir kadının yatağında, ismini bile bilmediği bir yerde, kendi adını dahi hatırlamazken gözlerini açtı genç adam. Başının zonklaması su yeşili gözlerinin açılmasıyla eş zamanlı olarak dehşet gibi kafasına vurdu. Yanındaki kadının kendisine dolanmış ellerinden sıyrılarak ayağa kalktı. Kızıl, diye düşündü içinden. En azından güzel bir parçaydı. Adı neydi ki Marianne? Mary? Margeret? Omuz silkerek suratını ekşitti. Yerde fırlatılmış bir şekilde duran pantolonunu üzerine geçirirken kırış kırış olmasına mı, yoksa boyun bağını bulamamasına mı sövmesi gerektiğine karar veremiyordu. Gözleri cep saatini gördüğünde ahalayarak saati eline aldı ki buz gibi bakışlarla donakaldı. Lanet, diye geçirdi içinden. Saat akşamın onuydu! Normalde olsa böyle bir kadınla bir posta daha birlikte olur, geceyi burada ya da başka bir kadının yatağında geçirebilirdi ama hayır, normal bir zamanda değildi. Evinde sosyetenin açıldığını müjdeleyen bir balo vardı ve ikizine karşı tutması gereken bir söz. Gözlerini devirirken bir sürü saten yastıklarla bezenmiş buruşuk çarşaflar arasında yüzünde hayranlık dolu bir gülümsemeyle kızıl kadının kendisine baktığını gördü. Kaşlarını çatmıştı ki kadın can alıcı bir ses tonuyla fısıldadı. “Lordum bu kadar erken mi gidiyor?” Gülümseyen Krystof hayır demek istiyordu ki kadına yaklaşarak çenesini kavradığı gibi dudaklarına bir öpücük kondurdu. “Belki başka sefere Maria.” Yataktan ayaklarını zorlayarak kalktığında üzerine ceketini geçirdi. Tanrı aşkına, eğer böyle baloya gidecek olursa Krystelle daha balo salonundan içeriye adımını atmadan onu öldürürdü. İkinci bir seçenek ise hiç gitmemesiydi, ancak sonu yine ölümle bitiyordu. Sonuç olarak; o ölü bir adamdı, Krystelle gibi bir ikizi varken.

    “Mallenca, lordum. Adım Mallenca. Sizi yeniden burada görecek miyim?” Kapıdan çıkmadan önce son bir kez genç kadına döndü Krystof. Suratında alaycı bir gülümsemeyle, “Bunu kimse bilemez Malencia,” dedi ve çıktı. Derin bir nefes alıp serinlemeye başlamış havayı içine çekti. Saçları darmadağın, üstü ise bir konta asla yakışmayacak şekilde kırışık ve eksikti. Kapının önünde duran Bassettlara ait at arabasını gördüğünde rahat bir nefes aldı, şoförü kesinlikle işinde bir numaraydı. Arabaya doğru ilerlediğinde adamın hali hazırda kendisine bakıp şapkasını çıkartmasını izledi. Bu hareketi her zaman saçma bulmuştu Krystof, zira birçok çalışanı ondan korksa dahi o onun için önemli çalışanlarına arkadaş gibi davranmayı tercih ederdi ki şoförü bu konuda başı çekiyordu. “Balo için giysileriniz arabanın içinde lordum. Yarım saate orada oluruz ve sizin için içeriye bir ayna ve bir tarak da bıraktım,” dedi adam seri bir şekilde. Kahkaha atarak arabanın içine binen Krystof, tanrıdan başka bir şey isteseydi olacağını düşündü. En azından, şoförü onun hayatını kurtartmıştı. Bunun için maaşına zam yapabilirdi. Bunu kafasına not ederek siyah simokine baktı. Sade ama gösterişliydi. Her zaman giyinişine önem vermiş olan Krystof için oldukça şıktı. Suratında çarpık bir gülümsemesiyle üzerindeki ceketi çıkardı. Tam anlamıyla giyinmeyi bitirdiğinde ise Bartolomej Malikanesi son bir yıldır olmadığı kadar gürültülü gözüküyordu.

    Ağır adımlarla arabadan indi, etrafında o kadar çok at arabası vardı ki kız kardeşinin annesinden aşağı kalır olmadığına kanaat getirdi. Onun bu baloyu yapabilmesi için elinden gelen her şeyi yapmıştı, yanında olmak dışında. İçi bunun yüzünden huzursuzlukla dolduğu sırada içeriye adımını attı. Baloyu alıp götüren fısıltıları duyabiliyordu. Kont evlenecekmiş! Gözlerini devirmemek için kendisini zor tutarak Krystelle ile Marjory’e doğru ilerlemeye başladı. Avcı annelerin bakışlarını daha şimdiden üzerinde hissederken bugün acaba kaç kızın hayallerini yıkacağını düşündü, muhtemelen hepsi. Kafasında yankılanan cevap üzerine sırıttı. Arkası dönük olan ikizine doğru adım atmıştı ki gözleri kızın fazla olan sırt dekoltesi üzerine kısıldı. Ona böyle giysileri yasakladığını, aksi takdirde ona istediği kitapları almayacağını söylediğini çok iyi hatırlıyor, bunu ona hatırlatmayı planlayarak ellerini kızın omuzlarına koydu. Kızın ani dönüşü üzerine alaycı tavrını takındı, ağzını açacak olmasına karşın kardeşi her zamanki gibi susmak bilmeden lafları ağzına tıkadı. “Git ve şurada sana ayılıp bayılan leydilere kur yap Krys, eminim bir leydiyle baloda dans etmeyeli uzun zaman olmuştur.” Ne bir hoşgeldin, ne de bir geç kaldın... Hayır, Krystelle hiçbir tepkiyi dile getirmeden annesinden onun üzerine kalan görevi devralmıştı. Kahkaha atarak yanındaki genç kıza döndüğünde, kıyafetini ikizinin seçtiğini ona bakar bakmaz anladı. İki kız gerçekten de göz kamaştırıyor, dikkatleri fazlasıyla üzerlerine topluyorlardı. Dayak yemesi gereken yeni adamlar diye düşündü genç kont içten içe.

    “Kont Bartolomej, sizi görmek ne büyük lütuf. Bir an hiç gelmeyeceğinizi düşünmüştük,” dediğinde genç kız hafif bir gülümsemeyle karşılık verdi genç adam. “Böylesine güzel leydilerin olduğu bir baloya gelmeseydim, sevgili Krystelle beni öldürürdü.” Ettikleri laflar fazlasıyla gerçekçi olmasına rağmen kesinlikle onlara ait cümleler değillerdi bunlar. İki kuzenden daha çok iki kardeş gibi olan ikili, hiçbir zaman ev sınırları içinde resmi cümleler, saçma selamlara gerek duymamışlardı. Ancak şu anda evlerinde tanıdık, tanımadık yüzlerce insan varken bu pekala mümkün değildi. İki kıza selam vererek yanlarından ayrılan genç adam çevresine bakındı. Birkaç anne ve kızıyla göz göze geldiğinde buradan kaçmak istiyor, bir kurtarıcı aradı. Bakışları Stephen’a kitlendiğinde ise bir rahatlamayla genç adama ilerledi. Yanı başlarında beliren Adrian ile de üçlü birkaç saniye içinde tamamlandı. Üçü de birbirlerinden yakışıklı genç adam ellerine yanlarında duran limonatalardan alırlarken, Krystof gözlerini içerideki poker odasına dikerek mırıldandı. “İlk dansları yaptıktan sonra içeriye kaçmalıyız. Parti büyük, kozlar da büyük olmalı,” dedi. İki adam bunu onayladıklarında üçü de içeride poker oynamak yerine burada oturup kız seçip, yakında evlenmek zorunda olduklarını biliyorlardı. İronik diye düşündü Krystof, onlar üniversite yıllarından beri ayrılmamış, evlenmenin kelime manasını bile bilmeyen üç adamdılar. Şimdi ise burada durmuş, avcıların tam ortasında en cafcaflı yemlerdiler. Kendilerine doğru gelmekte olan Marcella Oswald’ı gördüklerinde ise üç çapkın kızı baştan aşağı süzdüler. Kız ise bunun oldukça farkında gibi, suratında çekici bir gülümsemeyle yanlarına ilerledi. Zarif bir referans yapıp bir meleği andıran gülümsemeyle “Lordlarım, keyiflerinizin iyi olduğunu düşünüyorum. Zira balo sizler için güzel kızlarla dolu,” diye mırıldandı. Yakışıklı kont kıza selam vererek gözlerini kızın göğüslerinden ayırdı. Krystelle veya diğer kızların bu kızı neden sevmediklerini bilemiyordu, muhtemelen kıskançlık diye düşündü. Krystelle’ın kimseyi kıskanmayacağını bilse dahi bu kız sıradan biri değildi. O Marcella’ydı, ismi dahi bir erkeği baştan çıkartmaya yeterdi.

    “Her zamanki gibi ışıldıyorsunuz leydim,” dedi çapkın bir şekilde Krystof. Kızın eldivenli eline öpücük kondurup geri çekildiğinde aynı şekilde bir şeyler mırıldanarak yanındaki iki erkeğin de kıza sulanmasını izledi. Eğer diye düşündü Krys, sosyetede başka birini bulamazsa bu kızla evlenecekti. Güzeldi, akıllıydı, boş konuşmuyordu. Tek sorun ise kızların bu kızı ciddi anlamda hiç sevmemesiydi. Bu sorunu da çözerse her şey çok güzel olabilirdi. Düşüncelerini bölen yanlarından geçen sarışın kız oldu. Gözleri zümrüt yeşili bir şekilde parlıyor, yüzü adeta ışıldıyordu. Bir an için kalbinin sıkıştığını hissetti genç adam. Ve Marcella’ya bir selam vererek kızın peşine takıldı. Tanrı biliyordu ya, bu kızı daha önce görmediğinden emindi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Adelaine Archilles
Lady
Lady
Adelaine Archilles


Kraliyet : İngiltere
Mesaj Sayısı : 11
Kayıt tarihi : 10/06/12

Lets Dance Empty
MesajKonu: Geri: Lets Dance   Lets Dance Icon_minitimeSalı Haz. 12, 2012 12:23 pm

    Havanın kararmaya başlamasıyla hazırlanmaya başladı genç kız. Haftalar öncesinden hazır ettiği gökyüzü mavisi elbisesi içerisinde adeta prensese benziyordu. Hafif sırt ve göğüs dekolteli elbisesini safir kolye ve küpeyle tamamlamıştı. Takıları onun için çok kıymetliydi. Safir oldukları için değil, hayır, bizzat babası tarafından yapılıp, annesine hediye edildiği içindi. Küçük safirler altın bir zincire ustaca tutturulmuştu. Çok görkemli değildi, sade ve zarifti. Tıpkı annesi ve kendisi gibi. Aynanın karşısına geçtiğinde kendini tanıyamadı. Normal hayatta bu kadar süslü giyinmezdi. Sarı saçları sade bir topuzla ensesinde tutturulmuştu. Saçlarının arasındaki safir tokalar da zarafetle parıldıyorlardı. Biricik ağabeyinin hediyesiydi bu tokalar. Babasının yeteneğini almıştı genç adam. Evdeki bütün takıları bizzat kendisi tasarlamıştı. Genç kız ise annesinin bilgeliğini almıştı. Zehir gibi zekası vardı, ama üniversiteye gidememişti işte. Lanet okul sadece erkekleri alıyordu.

    Oturduğu sandalyeden zarifçe kalktı. Özel hizmetçisine teşekkür ederek abisini aramak üzere odasından çıktı. İran halılarıyla döşenmiş koridor boyunca yürüdü. Yanından geçen hizmetlilere hafifçe gülümseyerek ağabeyinin odasına doğru yol aldı. Bugün önemli bir gündü. Sezonun ilk açılış balosunu çok sevgili arkadaşı Krystelle yapıyordu. Erkenden salonda olmalı, genç kıza ve Marjory'ye yardımcı olmalıydı. İki sene önce tanıtılmıştı sosyeteye. Ağabeyinin kolunda girmişti salona. İç çekişler eşliğinde yürümüştü tüm yolu. O günden sonra baloların gözde isimlerinden olmuştu. Çokça evlilik teklifleri almıştı, ama kalbi bir kere başkasına kapılmıştı bile. Ağabeyinin en yakın arkadaşı, bugün ki balonun sahibinin ağabeyi, Krystof. Yeşil gözleri, alaycı sırıtışı, mükemmel yüzü... Her şeyiyle genç kızı büyülemişti. Onunki platonikti. Karşılığı yoktu onun sevdasının. Üniversiteye gittiğinde bile genç adamı sevmeye devam etti. Sosyetenin en ünlü kızlarının da, akbaba annelerinin de bir önemi yoktu. Genç kız Krystof'u seviyor ve istiyordu. Alacaktı da.

    Ağabeyinin odasına girdiğinde gördüklerine inanamadı. Genç adam yatağında hâlâ uyuyordu. Yanında getirdiği inci süslemeli, küçük çantasından yelpazesini çıkardı. Zarif görünüşünün aksine bayağı ağırdı. Sağ eline aldığı yelpazesini kuvvetlice Adrian'ın kafasına indirdi. Genç adamın kükremesi, yatağından fırlayıp ne olduğunu kavraması sadece iki saniye sürmüştü. Genç kız elleri bellerinde suçlayıcı bakışlarla genç adama bakıyordu. "Kontum, neden hâlâ uyuduğunuzu sorabilir miyim?" Dedi yavaşça. Genç adam ise kardeşinin bu konuşmasını biliyordu. Onu daha fazla kızdırmamak için yavaşça yerinden doğruldu ve acıyan kafasını ovuşturdu. Genç kız zarafetle arkasını döndü ve kapıya doğru ilerlemeye başladı. Arkasına bakmasına gerek yoktu. Zira bu konuşmadan sonra ağabeyinin kalkıp hazırlanacağını adı gibi biliyordu.

    Genç adamın hazırlanıp aşağı inmesi tam bir saatini almıştı. Adelaine, içeri giren ağabeyini göz ucuyla süzdü ve hafifçe gülümsedi. Ağabeyi yine bu gece çok canlar yakacaktı. Siyah simokininin içerinde mükemmel görünüyordu. Siyah saçları ustaca geriye taranmış, en güzel parfümleri sürmüştü. Adelaine oturdu yerden yavaşça kalktı ve ağabeyine selam verdi. Adrian'da kardeşini beğenmişti. Hafifçe gülümsedi ve "bu gece kavga çıkacak desene," dedi fısıltıyla. Genç kız yelpazesini hafifçe genç adamın koluna vurdu ardından vurduğu kola girdi. Evlerinden çıkarken hizmetlilerin fısıldaşmalarını işitti genç kız. Birileri Adelaine'nin çok güzel olduğunu söylerken, başkaları da genç adamın bu sezon evlenmesi için dua ediyorlardı. Yüzüne yayılan gülümsemesini engelledi ve seri adımlarla arabaya bindi. Genç adam ve genç kız hafifçe sallanan arabada sessizce oturuyorlardı.

    Bartomolej malikanesi tüm ihtişamıyla önlerinde duruyordu. Buraya gelmek ise tam bir faciaydı. Trafik felç olmuştu adeta. Ama yine de tam zamanında varmışlardı. İçeri girerken Krystelle'e selam verdi ve diğer arkadaşlarının yanına gitti. Etraf güzel leydilerden, yakışıklı lordlardan geçilmiyordu. Ama genç kızın ilgisi sadece tek bir kişide idi. İçeri giren Bassett Kontu, ağabeyinin arkadaşı, en yakın dostunun ağabeyi. Krystof etrafa göz gezdirerek kendi ağabeyinin yanına gitti. Üç yakışıklı genç konuşurken ve gülüşürken içeri Marcella girdi. Genç kız ilginin üstünde toplanmasından hoşlanmış gibi etrafına gülücük atıyordu. Düşmanca bakışları Marcella ile kesiştiğinde, genç kızın soğuk gözlerle kendisini süzdüğünü gördü. Marcella'nın kıvırtarak ağabeyi ve arkadaşlarının yanına gidişini bir süre seyrettikten sonra Krystelle'nin yanına dönmeyi tercih etti. Duyduğu ses üzerine arkasına dönen Adelaine, delici yeşil gözlerle karşı karşıya geldi. Hafifçe kafasını eğdi ve gülümseyerek ortadan kayboldu.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Łukasz van Middlesworth
Blackbourne Kontu
Blackbourne Kontu
Łukasz van Middlesworth


Mesaj Sayısı : 3
Kayıt tarihi : 12/06/12

Kişi sayfası
RP Puanı:
Lets Dance Left_bar_bleue100/100Lets Dance Empty_bar_bleue  (100/100)

Lets Dance Empty
MesajKonu: Geri: Lets Dance   Lets Dance Icon_minitimeÇarş. Haz. 13, 2012 6:42 pm

Politik nedenlerden dolayı aynı zamanda Fransız kadınlarla eğlenmek için gittiği Fransa’dan ufak bir servet ödeyip aldığı kırmızı şaraplardan birini açtı ve kristal bardağa doldurdu. Şaraptan büyük bir yudum aldı, tadı lezizdi en az Fransız kadınlar gibi şarapları da çok güzeldi. Uzun yoldan gelmesinden kaynaklanan yorgunluğu atamamıştı üzerinden hala. Ama güzel bir ziyaret olmuştu onun için birçok güzel kadınla tanışmış ve onlardan istediğini almıştı. Birçoğu gözleri yollarda Lukasz bekleye dursun, genç adam Bartolomějler’in malikânesinde yapılacak olan baloya hazırlanmaya doğu kanadında bulunan odasına doğru ilerledi. Baloya gidip ile gitmemek arasında kalmıştı evinde oturup kendi tarzında eğlenmek daha cazip geliyordu lakin Krystelle’in gazabına uğramak gibi bir niyeti de yoktu. Eğer gitmez ise gerçekten çok kızar, sinirlenirdi ki bir kadının sinirli hali en kötü ve en çekilmez haliydi genç adam için.

Odasına vardığından saatler önce hazırlattığı kıyafetini çabucak giyip uşağına arabasını hazırlatmasını emretti. O sırada büyük yatağının karşısında ki boy aynasının önüne geçip üzerini düzeltti. Hızlı adımlarla aşağıya inip yarım kalmış olan şarabını bir dikişte içti ve büyük malikâneden dışarı çıktı. Kapının önünde onu bekleyen aile armalarının renkleriyle aynı renklerde olan lacivert ve beyaz renklerinin ağırlıklı olduğu arabasına bindi ve Bartoloměj malikânesine doğru yola çıktı. Baloya gitmekten doğru karar verdiğini düşünüyordu, Lukasz’ın bir balo olmazdı elbet ve güzel bayanlarla dolu bir baloya da gitmemezlikte edemezdi ya zaten.

Arabanın durmasıyla geldiklerini anladı ve arabacının kapıyı açmasını beklemeden kendisi kapıyı açtı ve dışarı çıktı. Hala gelenler vardı geç kalmış sayılmazdı. Yüzüne her zamanki kibirli gülümsemesini yerleştirerek içeri girdi. İçerisi ne kadar da kalabalıktı öyle. İngiltere’de ki her kızı tanıdığını düşünürdü Lukasz lakin bu baloyla birlikte düşüncesinde yanıldığını görmüş oldu. Tanığı birkaç kişiye uzaktan gülümseyerek, başıyla selam verdi ve yakın arkadaşları olan Stephen, Adrian ve Krystof’u gördü. Yanlarına gitmek için harekete geçecekti ki etrafında dolanan kızlar buna engel olmuştu. Sürekli bir şeyler söylüyor Lukasz ile konuşmaya çalışıyorlardı. Genç adam kısa cevaplar veriyor, izin isteyip yanlarından ayrılıyordu lakin her adımında karşısına yeni biri çıkıyordu. ‘Şu kadınlar yüksek rütbeli ve varlıklı olan ideal koca adaylarını elde etmek için her şeyi yaparlar’ diye düşündü. Kadınların dikkatini çeken tek şey buydu rütbe. Ne kadar önemli bir insansanız çevrenizde o kadar sizinle evlenmek isteyen genç bayan vardır. Lukasz hiç birinin samimiyetine inanmıyordu. Bir gün evlenmesi gerekecekti elbet lakin bu ne kadar geç olursa onun için daha iyiydi. Aşk evliliği yapmayacağından emindi. Güzel, sessiz ve saf biri lazımdı Lukasz’a. Çok konuşmayacak, onu sıkmayacak ve istediklerini yapmasında ona engel olmayacak biri. Bir gün böyle birini bulursa kaçırma gibi bir niyeti yoktu. Anında onu eşi yapacaktı lakin bu şanslı kadınla henüz tanışmamıştı.

Marcella’yı gördü genç adam Krystoflar’ın yanına gidiyordu ve sonra Krystof uzaklaştı oradan. Adımlarını hızlandırdı ve önünde adeta örülen etten duvarı elinden geldiğince nazik bir şekilde iterek arkadaşlarının yanına doğru ilerledi. Fransa gezisi yüzünden uzun bir süre görüşememişlerdi. Stephen’a ve Adriana selam verip Marcella’ya döndü. Marcella garip bir şekilde diğer kızlardan farklıydı. Bu farklılığı diğerleri tarafından sevilmemesine neden oluyordu. Genç kız gerçekten çok güzeldi, insanın nefesini kesiyordu. Lukasz genç kızın elini dudaklarına götürdü ve elini onun elinin üzerine koyarak “Sevgili Marcella, Fransa’da olduğum süre boyunca öyle güzel kadınlarla tanıştım ki, Fransız bayanlarının İngilizler’den daha güzel olabileceğini düşünmüştüm sana seni görünce emin oldum ki çok büyük bir yanılgıymış bu.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Simon Ryskamp
Birmingham Dükü
Birmingham Dükü
Simon Ryskamp


Kraliyet : İngiltere
Mesaj Sayısı : 1
Kayıt tarihi : 11/06/12

Lets Dance Empty
MesajKonu: Geri: Lets Dance   Lets Dance Icon_minitimeCuma Haz. 15, 2012 7:40 pm

Simon odasında sıkıntılı turlar atmakla meşgulken, bundan daha sıkıntılı bir durum yaratabilecek olan kızkardeşi bütün görgüsüzlüğüyle odaya daldı. Genç adam gözlerini devirerek bu sefer ne istediğini soracak olsa da kızın gözleri büyümüş, şaşkınlıkla abisine baktı. Onun bakışlarıyla üzerini kontrol etme ihtiyacı duyan Simon bir şey bulamamış, kaşlarını biraz daha kaldırdı. Kız hiçbir şey söylemeden sinire doğru kayan ifadesiyle genç adama doğru bir adım attı.

"Birazdan baloya gideceğiz, sen hala hazır değil misin?"

Simon bir an ciddi ciddi hangi baloyu unuttuğunu düşünürken kardeşi dehşete düşmüş, aralarındaki mesafeyi kapatarak abisini dürttü. Genç adam bunu kardeşinden başkası yapsa onu o an öldürebilir ama şuan tamamen sessizliğini korurken, bir kez daha kaşlarını kaldırdı. Lyanna sinirle onun dolabına ilerleyip kıyafetlerinin arasından şık bir çift arıyor, sonunda bulduğunda usulca gülümsedi. Kıyafetleri yatağının üzerine bırakıp abisinin yanına geldi. Uzanarak yanağına bir öpücük bıraktıktan sonra gülümseyerek konuştu.

"Bartolomej balosu var. Sezonun ilk balosu. Birbirinden güzel leydilere kur yapman gerekiyor. Yoksa evde kalacaksın."

Simon kardeşinin ne zamandan beri bunlarla uğraştığını merak etse de bir şey söylemeden başını salladı. Bartolomej ailesini severdi. En azından Marjory ve Alexander'ı yakından tanıyordu. Büyük ihtimalle onların kuzenleriyle de baloda tanışacaklardı. Hala neden balodan baloya sürüklenmek zorunda olduğunu anlamasa da gözlerini devirerek kardeşine çıkmasını işaret etti. Lyanna ona itiraz etmeden dışarıya çıkarken Simon da kıyafetlerini sandalyenin üzerine bıraktı. Birkaç dakika sonra giyinmiş bir halde aynada kendisine bakarken, Lyanna içeriye dalmış abisini beğeniyle süzdü. Simon'ın kıyafetinin yakasını düzelttikten sonra yanağına bir öpücük daha bırakıp onu da arkasından çekiştirerek aşağıya indi. Tüm aile onlar indiğinde ayağa kalkıp dışarıya çıktığında genç adam şimdiden sıkılmış görünüyor, gözlerini devirdi.

Ryskamplara ait olan at arabası son derece gürültülü olan Bartolomej malikanesinin önünde durduğunda Simon burasının mimarisine bayılmış, yüzüne yerleştirdiği gülümsemeyle aşağıya indi. Birkaç dakika içinde ailesini atlatıp bahçeye doğru ilerledi. Masalardan birinde gruplandırılmış şarap kadehlerinden birini alarak en yakındaki banka oturdu. Bahçedeki insan kalabalığının oluşturduğu ses büyük bir eko ile beyninde dönüp durmaya başlamış olsa da bir kadeh daha aldı. Ardından bahçedeki insanların ayaklanıp salona geçtiğini gördüğünde salona geçmek yerine bahçe kapısına doğru ilerledi. Kendisini izleyen birisi olup olmadığına bakmak bahanesiyle gözlerini etrafta gezdirdiğinde az önce Marjory'nin yanında duran kızın kendisine baktığını gördü. Krystelle olduğunu tahmin ettiği kız birkaç saniye duraksadıktan sonra kendisine doğru gelmeye başladığında Simon ister istemez kızın cesaretini tebrik etti. Genç leydilerin yanlarında mürebbiyeleri olmadan bir erkeğin yanına gitmesi pek de iyi karşılanmıyordu. Bakışlarını yeniden yanına gelmiş olan kıza çevirdiğinde genç leydi çoktan reverans yapmış, usulca gülümsedi. Simon da bu mükemmel gülümsemeyi karşılıksız bırakmaya kıyamayıp yüzüne karşısındaki güzel kızınkinin eşi bir gülümseme yerleştirdi.

"Birmingham dükü Simon Ryskamp, leydim."
"Krystelle Bartolomej. Krystof'un kardeşiyim."

Simon anladığını mırıldanarak kızın elini kendisine çekip usulca bir öpücük bıraktıktan sonra bahçede kimse kalmadığını fark etti. Kendisi için herhangi bir sorun olmasa da karşısındaki genç leydinin başının derde girmesini istemiyor, kıza kolunu uzattı. Krystelle onu reddetmeden koluna girdiğinde usulca mırıldandı.

"Sizin gibi bir leydinin dans kartında boşluk olduğunu düşünmüyorum ama belki bir şansım vardır?"
"Aslında ilk dansıma henüz kimseyi yazmadım, lordum."
"O zaman beni bu şerefle ödüllendirebilirsiniz umarım leydim."
"Elbette."

Simon koluna giren kadınla beraber salona girdiğinde bakışların kendilerinde olduğunu biliyor, elini usulca kadının elinin üzerine koydu. İkisi beraber pistin ortasına ilerlediklerinde, Krystelle yarım ay çizerek genç adamın kollarına girdi.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Krystelle Bartoloměj
Lady
Lady
Krystelle Bartoloměj


Kraliyet : İngiltere.
Mesaj Sayısı : 16
Kayıt tarihi : 10/06/12

Lets Dance Empty
MesajKonu: Geri: Lets Dance   Lets Dance Icon_minitimeC.tesi Haz. 16, 2012 10:45 am

    Bir keresinde Krystof ona insanların gözlerine baktığında gördüğü şeyin, o insanın ruhunu yansıttığını söylemişti genç kıza. Dik duruşunu hiç bozmadan genç adamın buz mavisi gözlerine dikmişken gözlerini, bu gözlerde ne görmesi gerektiğini hayatında ilk kez bilemedi Krystelle. Her zaman bir insanın ruhunu okumakta usta olsa dahi, bu sefer karşısındaki genç adamın gözlerinde yalnızca kendi yansımasını görüyordu. Gülümsedi, çünkü elinden yalnızca bu geliyordu. Kendisini ilk kez bu kadar çaresiz hissederken genç adam yakıcı bir ses tonuyla mırıldandı. “Birmingham dükü Simon Ryskamp, leydim.” Genç kız bunu zaten adı gibi biliyordu. Aslına bakacak olursa, Birmingham’ı bilmeyen yoktu. Sosyetenin çapkın delikanlılardan biriydi işte, çoğu kez kuzeni Alexander ile takılır, kızların kalplerini kırmak üzere avare bir şekilde gezerlerdi. Eğer kalbini kaptırırsa başına bunun da geleceğini biliyor, sakin olmaya çalışarak telaşsız bir sesle atıldı. “Krystelle Bartolomej. Bassett kontu Krystof Bartolomej’in kardeşiyim,” dedi kadifemsi bir ses tonuyla. Bu adamın daha önce kendi ismini duyduğundan emindi. Bir Bartolomej geleneğiydi bu, her zaman kendi isimlerinden söz ettirirlerdi. Ve Krystelle, pek az insana bahşedilen güzelliğe sahip olduğu için kendi adından konuşturmayı çok güzel başarıyordu. Genç adam küçük elini kavradığında içinde bir şeylerin hareketlendiğini hissetti. Dudakları parmaklarını bulduğunda ise nefesini tutmadan edemedi. Parmakları, avucu, kolu, bütün bedeni yanıyordu adeta. Şimdiye kadar yüzlerce kişi bu eli böyle nazikçe kavramış, çok daha nazik şeyler mırıldanmış olsa bile... Krystelle nefes almakta zorlandığını hissetti. Adamın kendisine uzattığı ele nazikçe girerek onun kollarında her zamankinden daha güçlü olduğuna inandı. Tanrı biliyordu ya, şu an kendisinin ne düşündüğünü bile anlayamıyordu.

    “Sizin gibi bir leydinin dans kartında boşluk olduğunu düşünmüyorum ama belki bir şansım vardır?” Duyduğu kelimeler üzerine gizemli bir sırıtış kondurdu suratına. Her zaman mimiklerini oldukça iyi kontrol etmiş olan genç kız hafifçe kafasını sola yatırarak adama çekici bir bakış fırlattı. Şans diye düşündü, normalde ilk dansını kendi kanından birine ayırır, böylece hiçbir erkeğin gözünde önemli olmadığını bir nevî ortaya koyardı. Oysa bugün boştu... Boş. “Aslında ilk dansıma henüz kimseyi yazmadım lordum,” dedi olabildiğince sakin bir şekilde. “O zaman beni bu şerefle ödüllendirebilirsiniz umarım leydim.” Genç kız hafifçe kıkırdayarak –bundan nefret ederdi, sosyetenin salak kızlarına göreydi ama işte kendisine engel olamamıştı- elbette diye mırıldandı. Adamın kolundan çıktığında eli elini buldu. Sol ellerini birbirine kilitlenirken sağ elini adamın omzuna attı. Belinde Simon’ın yakıcı ellerini hissederken ona doğru bir adım attı. Normalde olması gerekenden belki bir milimetre daha yakınlardı, belki de her şey Krystelle’ın gözünde büyümeye başlamıştı. Genç adamın nefesini alnında hissedebiliyordu. Dans müziği eşliğinde usta adımlara başladığında gözlerini yumarak birkaç saniye düşündü. Bir Bartolomej, diye hatırlattı kendi kendisine. Duygusuz, erkeklerle oynayan, aşık olacağına inanmayan bir Bartolomej. Bir aile geleneği. O Krystelle’dı, sosyetenin ışıldayan ve ulaşılmaz yıldızlarından. Gözlerini yeniden açtı. Kafasını kaldırıp Simon’ın gözleriyle buluştuğunda kendi su yeşili gözleri, göğsünde bir sıkışma hissetti, buna engel olamıyor, istese de durduramıyordu. Bunu düşünmemeye çalışarak dans eden başka insanlara baktı. O an tıpkı kendisinin aynısı olan gözlere sahip olan kişiyle gözleri kenetlendi. Krystof.

    Bakışını kaçırmak istese de yapamadı genç kız. Krys’in kollarında bir melek misali dans eden Marjory de kendisini gördüğünde kızın suratındaki bakış adeta sevincini haykırıyordu. Bu akşam düğün planlarını dinleriz artık diye düşündü Krystelle ancak; aklı tamamen Krystof’un bakışlarındaydı. Ondan uzak dur Krys, o senin kalbini kırar, o bir çapkın, usta bir çapkın. Bu sözleri duymak için Krystof’un ağzını açmasına gerek yoktu. Pekala onun bir bakışından da bunları anlayabilirdi genç kız. Kafasını çevirdi. Sessizlik ona çok gelmiş olacaktı ki atıldı. “Bu gece baloda çapkın olarak nitelendirilen pek çok genç lord var, lordum. Hepiniz anlaşarak mı geldiniz yoksa bu bir tesadüf müdür?” Simon’ın kahkahası ile sarsıldı. Kollarında tam bir tur atarak dönerken adamın gamzesini görebiliyor, gamzeli erkeklere karşı olan hayranlığı yüzünden iç çekti. “Aslına bakarsanız aklımdan pek çok ihtimal geçiyor. Dinlemek ister misiniz?” Adamın kafasını sallaması üzerine kafasını hafifçe eğerek cümleleri sıralamaya başladı. “Öncelikle olası bir iddia olabilir tabii. Ancak bu ihtimali eliyorum çünkü iddiayı kazanabilecek erkeklerin hepsi şu an bu salonda,” dediğinde ikinci bir kahkaha daha yükseldi dükten. “İkinci olasılığımıza gelirsek, bütün lordların kafasına bir taş düşmüştür. Zira kendilerini rahat yataklarından kaldırıp buraya avcıların içine sokacak başka bir şey bilmiyorum.” Cümlesini bitirdiğinde bu sorunun cevabını gerçekten merak ediyordu. Muhtemelen Krystof’un işi olabilirdi, bu balonun Krystelle’ın annesiz geçireceği ilk balo olduğunu biliyordu. Ve, önemli lordların katılmasıyla balonun başarılı sayılacağını. Kuzeni Alexander’ın da etkisi olabilirdi. Aslında herkes bu işin altından çıkabilirdi. Genç adam bir şarkıyı andıran sesiyle mırıldandığında kafasını kaldırıp ona baktı. “Belki artık evlenme zamanımız geldiğine karar vermişizdir leydim,” dedi. Normalde olsa buna kahkahalar atıp cevap verebilecek olan Krystelle ise sustu. Yanaklarının kızardığını hissederken birkaç saniye sonra kendisine geldi. “Bu çok uzak bir ihtimal lordum. Ortada ciddi kanıtlar olmadıktan sonra beni affedin ki buna inanmak gerçekten zor.”
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Lets Dance
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Netherfield RPG :: İngiltere :: Malikâneler :: Bartoloměj Malikanesi-
Buraya geçin: