Netherfield RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Yıl; 1750. Yeni bir sezon tüm ihtişamıyla başlıyor! Sen daha yerini almadın mı?
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Karanlığın Büyüsünde

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Victoria Pierce

Victoria Pierce


Mesaj Sayısı : 2
Kayıt tarihi : 19/06/12

Kişi sayfası
RP Puanı:
Karanlığın Büyüsünde Left_bar_bleue82/100Karanlığın Büyüsünde Empty_bar_bleue  (82/100)

Karanlığın Büyüsünde Empty
MesajKonu: Karanlığın Büyüsünde   Karanlığın Büyüsünde Icon_minitimePaz Haz. 24, 2012 9:15 am

Bedeni güneşi gören kar misali eriyordu sanki. Varlıkla yokluğun hiçbir anlam ifade etmediği zıtlıkların tümden ortadan kalktığı bir zaman dilimi sarmıştı dört bir yanını. Kararmak üzere olan gökyüzünde saklanmak, güneşin bulutların arkasına gizlenmesi ve kaybolması gibi yok olmak geçmişti kısacık zaman dilimlerinden de olsa yorgun, yorgun olduğu kadar da düşünceli zihninden. Şehir ışıkları yanmaya başlamış, rengarenk devasal tabelalar süslemeye başlamıştı dört bir yanını. Tepesindeki sahte ışıklar gözünü adeta yoruyor, bir buz tanesinin sıcakta süzülerek suya karışması gibi eritiyordu bedenini.

Kalabalıkların arasından sıyrılıp güçlükle kendini tıklım tıklım dolu loş ışıklı bir bara attı. Dünyanın sahteliğinden başka bir sahteliğe dalmaktan farksızdı yaptığı. Biralar, şaraplar, viskiler alkole ait ne varsa ter koksuyla karışmış vaziyette sinmişti ortama. Kalabalıkların arasından güçlükle sıyrılarak bara oturdu. Elini havaya kaldırdı. “Bir soğuk su!” Der demez arkasında bir silüet belirdi. “Hey Salmasis seni burada görmek ne güzel.” İç sesiyle lanet okumaya başladı “Olamaz!” diyip sahte bir tebessüm ile arkasına döndü. Bu yarı sarhoş yarım akıllı zamparayla ne yapacağını bilemiyordu.“Evet Marcus benim için de sürpriz oldu.”

“Hadi bebeğim gel dans edelim.” Cevap vermesine bile fırsat vermeden Salmasis’i kolundan tuttuğu gibi kaldırdı. Salmasis, isteksizce Marcus’a ayak uydurmaya çalışıyordu. Mekan daralmaya başlamıştı bile. Marcus’un yüzünde şeytani bir tebessüm oluştu. Alkolün şehveti damarlarında akan karışmış yırtıcı bir hayvanın dişisini sarması gibi sarmıştı Marcus’un elleri Salmasis’i. Ellerini Salmasis’in beline dolanmıştı çoktan Marcus. Salmasis’in yüzünde alaycı ve vamp bir kadını andıran bir tebessüm oluştu. O da sıkılmış biraz oyun oynamak istiyordu. Elleriyle Marcus’u daha fazla tahrik ediyordu. Şehvetle baktı gözlerine. Yavaşça gıdıklarcasına ellerini Marcus’un uzuv bölgesine getirdi. Bir sürtük gibi oynuyordu uzuvla pantolonunun üzerinden. Elleri yavaşça yukarılara çıktı. Gittikçe azdırıyordu Marcus’u. Pantolonun kemerini açtı. Usulca fermuarını indirdi. Derince zevk almış gibi nefesini alıp verdi. Biraz daha kenara çekti. Ve vampir hızını kullanarak ani bir hareketle yarısına kadar buz dolu soğuk suyu iç çamaşırının içine boşalttı. “Bu senin ateşini söndürür.” Der demez hesabı bile ödemeden bardan ayrıldı.

Tekrar Londra sokaklarına atmıştı kendisini. Ellerini ceketinin ceplerini koydu. Ve gecenin karanlığında ilerliyordu. Birkaç ara sokağı geçti. Sokaklar gitgide tenhalaşıyordu. Yalnızlığı daha bir hissedilir olmuştu. Gece, daha karanlıktı. Ayın ışığı daha da sönükleşiyor, bulutlar çepeçevre sarıyordu ayı. Sokağın kenarında sevişen fahişeler, tinerciler ve daha niceleri gözlerinin önünden bir film şeridi gibi akıp gidiyordu. Ana caddelerden birine çıktı. Sanki bambaşka bir yerden geliyormuş gibiydi. İşte Londra’ydı. Arka sokakları bir o kadar karanlık ve korkunç, ana caddeleri bir o kadar sahte bir aydınlık ve içinde vahşi canavarlar yatan medeni insanlar sürüsüyle doluydu. Sokaklarda avara avare ilerlerken gözü” Yasemin Ejderi “ diye bir çay dükkanına takıldı. Adeta kendisini içine çekiyordu. Cadı yanı baskın gelmişti sonunda. Yavaş adımlarla çay dükkanına doğru ilerledi. Çay dükkanının kapısını açtı. İçeri girdi. Gördüğü manzara pek hoşuna gitmemişti. Geriye dönmek için ise artık çok geçti. Gözlerini yummuş bir vaziyette yasemin çayı içerken annesini gördü.

Göz göze gelmişti anne kız. Salmasis’in yüzünde aynı yarı somurtkan yarı huysuz bir ifade. Amore’nin ise yüzünde yarı şaşkın yarı sahte hafif tebessümden oluşan bir maske takmış yüz ifadesi. Gözlerinin içine bakıyordu Amore konuşurken. “ Hoş geldin Londra’dan ayrıldığını sanıyordum.” Ciddi bir ifade takındı. Annesinin oyunlarını iyi biliyordu Salmasis. Umursamaz bir edayla sandalyeyi çekip karşısına oturdu. Karşısında annesi yokmuş gibi hafif bir rahatlıkla arkasına yaslandı. Ellerini yarı çiçek olmuş bir vaziyette masanın üzerine koydu. Yarı ciddi, yarı soğuk umursamaz alaycı ve tok bir ses tonuyla konuşmaya başladı Salmasis. “Evet bazı küçük işlerim vardı. Birkaç güne halledip gideceğim.” Der demez el işaretiyle garsonu çağırdı. Asyalı garson hafif öne eğerek selam verdi. “Buyurun ne arzu etmiştiniz.” Salmasis hafif göz ucuyla annesinin keskin kokulu yasemin çayına baktı. Garsona döndü. Şımarık ve ukala bir yüz ve ses ifadesiyle konuşmaya başladı. “ Yasemin çayı istiyorum. Fakat şekersiz olacak. “ dedi. Annesinin gözünün içine bakmaya başladı. Aynı ifadeyle konuşmaya başladı. “Seni burada göreceğimi ummazdım doğrusu.” Dedikten sonra Asyalı garson yasemin çayını masaya koydu. Salmasis önce çayı eline aldı. O keskin kokusunu içine çekti. O koku onu bambaşka diyarlara götürüyordu adeta. Yasemin çayının o egzotik ve mistik kokusu bambaşka diyarların kapısını açıyordu. Gözlerini yumdu ve çaydan bir yudum aldı. Tekrar masaya koydu.

Uzun süre anlamsızca bakıştılar. Ne iki yırtıcı dişinin birbirine göz dağı vermesi ne de anne kız arasındaki anlamsız sevgi bağından eser yoktu. Yıllar mıydı bu ikisini böyle yapan. Yıllar mıydı dünyevi arzuları dünyevi duyguları söküp atan. Neredelerdi şimdi? Küçükken sevgi, büyünce kızgınlık kısa süren nefret ve sonunda ise gelen durgunluk.“Babamın kanını aldım” Şaşırtan cümleyi kan kırmızısı dudakları arasından sarf etmişti. Amore, sakinliğine korurcasına bakıyordu kızına. Önündeki yasemin çayından son bir yudum aldı ve ağzında gezdirip yerine koydu. Bu basit eylemin bile derin bir anlamı vardı. Salmasis’in gözlerinin içine derin derin baktı.

“Bunu yapmak istediğinden emin misin? “ Yüzlerce yıl iki ayrı kanı, iki ayrı laneti taşımak gibi zor bir mesuliyetin altından kalkmayı başaran bir melezin, öz kızının neden bunu istediğine anlam verememişti. “Yanlış hatırlamıyorsam. Yüz küsur yıl önce teklifimi geri çevirmiştin Peki şimdi neden? Ne tür bir amacın var?” Yavaşça sağ elini okşadı. Tekrar masumane bir şekilde gözlerinin içine baktı. “ Bana güvenebilirsin hayatım”“Dur bakalım bu ne samimiyet. Beş yaşında kız çocuğu değilim artık.” Hırçın ve inatçıydı. Ne nefret doluydu ne de öfke. Tek kalan kurumuş bir ağacın dallarında kalan tek bir yaprak misali kupkuru bir kibir. Ufak sinsi ve şeytani bir tebessüm ile annesine doğru doğruldu. “Belki de artık yarım cadı olmaktan sıkılmışımdır.” Biraz duraksadı. Alaycı ve küçümseyen ses tonunun koruyarak tekrar konuşmaya başladı. ” Olamaz mı. Böyle bir fırsatı değerlendirme imkanım varken geri tepmek istemedim bu sefer.” Yüz ifadesi ve ses onuyla biraz daha ciddileşti. “Teklifin hala geçerli mi sen onu söyle. “

“Hırçınlığından ve kibrinden hiçbir şey kaybetmemişsin. Bu ne acı bir durum.” Gözlerini yumdu ve derin bir nefes aldı. “Teklifim hala geçerli kızım.” Son sözcüğü biraz dokunaklı söylemişti. Salmasis hafif, sinsi ve şeytani bir tebessümle Amore’ye baktı. “ Duygu sömürüsü yapmana gerek yok. Hadi kalkalım artık. Yeteri kadar vakit kaybettik.” Amore biraz yüzünü sertleştirdi. Salmasis’in sabır sınırlarını zorlayan iğneli lafları canını fazlasıyla sıkmıştı. Çantasından 100 dolar çıkartıp masaya koydu. Hafifçe yerinden doğruldu. “Peki kalkalım.” Dedikten sonra Salmasis de yerinden kalktı. Çay Evinin kapsını açtılar ve iki lanetli dişi mahlukat ait oldukları gecenin zifiri karanlığında kayboldular.

3 saat sonra…
Zaman akrep ile yelkovanın arasına sıkışmış gibi durmuştu sanki. Karanlık gitgide her yana yayılıyor, Kara kara bulutların ardına gizlenmiş ayın ışığı kısık bir mum ateşinin son dakikalarını andırıyordu. Sıcak yaz günlerine rağmen sessizlik, kuzeyden gelen rüzgarın getirdiği soğukluk ve kasvet sarmıştı tüm ormanı. Salmasis ellerini ceketin ceplerine sokmuş, vurdumduymaz bir şekilde annesi ile birlikte ilerliyordu. Amore ise elindeki malzeme çantasını sımsıkı tutuyor soğukluğundan ve ciddiyetinden hiçbir şey kaybetmiyordu.

Büyüyü yapacak yere geldiklerinde Amore durdu , başını kaldırdı ve Salmasis’e döndü. Genç bir cadı kadar heyecanlı ve umut dolu gözlerle Salmasis’e bakıyordu. “Büyüyü yapacağımız yere geldik.” Der demez ardından malzemeleri çıkardı. İlk önce daha rahat konsantre olmak ve ormandan, aydan güç çekmek için beyaz meşe ağacının küllerini büyü yapacağı kadehi koyacağı taşın çevresine küllerle birlikte daire çizdi. Ardından yaklaşık kırk elli tane de mum yaktı. Sonra kanları koyacağı kadehi alarak Salmasis’e doğru ilerledi. Kadeh Salmasis’e doğrulttu. “Babanın kanını ekle.” Dedi emreder bir ses tonuyla ve Salmasis’i bekledi. Salmasis babasının kanını ekledi. Ardından Amore tekrar Salmasis’e baktı. “ Şimdi de kendi kanını ekle.” Salmasis vampir dişlerini çıkardı ve kanını kaseye akıttı. Amore bir cadı olarak her ne kadar bu manzaradan hoşlanmasa da anneliğin verdiği derin maneviyata karşı gelemiyordu. Ardından Amore tekrar çizdiği daireye doğru yürüdü. Kadehi düz taşın ortasına koydu. Küçük bir şişe çıkartıp kendi kanını da ekledi. Üzerine cadılığın simgesi olan beyaz meşe ağacının küllerinden birkaç tutam serpti. Gözlerini yumdu. Kadehe sımsıkı kaldırdı.

“Sanguis nostri hybrid(Melezin Kanı ayrılsın.)” Kadehi daha sıkı sarıldı ince, uzun beyaz elleriyle. “Sanguis nostri hybrid” Yavaşça ve nazikçe kadehi biraz yere indirdi. “Sanguis nostri hybrid!” dedi ve gözlerini açtı derin bir nefes alıp verdi. “Adveniat regnum tuum sanguinem veneficae. (Cadının kanı has kılınsın.)” Başını biraz havaya kaldırdı. “Adveniat regnum tuum sanguinem veneficae.” Sesini biraz daha yükseltti. “Adveniat regnum tuum sanguinem veneficae.” Elinde sımsıkı sarılmış kadehi nazikçe taşın üzerine bıraktı. Ardından çantasından ortasında pembe bir ruby taşı olan bir yüzük çıkardı. Yavaş ve seri bir şekilde kasenin içine attı. Gözlerini yumdu. Sesini alçaltıp yükseltti

“Percutere anulum ignis et sanguine! (Ateş ve kan yüzüğü döv!)" Bu son sözcükleri de aralıksız üç kere daha tekrarladı. Mumlar daha ferli yandı. Tıpkı kalbinin içinde akan duygu bulamaçı gibi. Kadehteki kan buharlaştı ve küller havaya karıştı. Alnından ve ipince boynundan terler akıyordu. Bu büyü fazlasıyla zorlamıştı Amore’yi. Büyü biter bitmez kadehi eline aldı. Salmasis’e doğru yürüdü. Kızına bakarak konuşmaya başladı.“Yüzük hazır. Ama dikkatli olmalısın. Bu yüzük taktığın mühlet senin vampir yanını engelleyecek. Vampir kokunu ve vampir auranı bastıracak.Bir de bu yüzüğü taktığın zaman yaraların çabuk iyileşme yeteneğini zayıflatacak. Vampir güçlerini kullanamayacaksın. Fakat cadılık yeteneklerin artacak. Dikkatli olmalısın adapte olman uzun ve acılı olabilir. İlk zamanlar uzun süre takmamalısın bu büyü benim tılsımlı kelepçemle aynı tür büyüden yapıldı. Canını yakabilir."Salmasis bu uzun konuşmadan sıkılmıştı. Tam konuşacakken Amore tekrar konuşmaya başladı.

“Soracak olursan bu yüzük güneşten korunman için taktığın yüzükle alakası yok. O sadece cadı yanını kullanmadan güneşte yanmanı engelliyor. Biliyorsun bir melez olduğun için güneşte yanmaman ve zararlı etkilerinden korumak için yapmıştım. “ Salmasis ani bir atakla konuşmaya başladı. “Artık söyleyeceklerin bittiyse yüzüğümü alabilir miyim? “ Dedikten sonra elini kadehe daldırdı ve yüzüğü aldı. Pembe rubi taşı kıpkırmızı olmuştu. “Ama bu kırmızı.” Amore de bilgiç bir ses tonuyla Salmasis’in sorusunu yanıtladı. “ Evet kırmızı.” Yüzünde hafif bir tebessüm oluştu. Bir annenin kızının sevindirmesindeki haz sarmıştı taşlaşmış kalbini.

“Hadi gidelim.” Dedi yumuşak bir ses tonuyla. Salmasis’in yüzünde alaycı ve şeytani bir bakış vardı. Annesinin bu davetini tabi ki de kabul etmeyecekti. Amore’nin bu aptallığına şaşıyordu doğrusu. Soğuk ve mesafeli bir şekilde annesine baktı. “Teşekkür ederim Amore.” Demesinin ardından ellerini ceketinin cebine atıp umursamaz bir edayla yürümeye başladı. Amore arkasından koştu ellerini nazik ve şefkatli bir biçimde tuttu. Ağlamaklı ve acımaklı bir şekilde gözlerinin içine baktı.
“Unutma kızım bizler için mutlu son yok. “ Der demez ellerini hafifçe bıraktı. Arkasını döndü. Gözlerini yumdu. Gözünden süzülen inci tanesine hapsolmuş acılarıyla birlikte gecenin karanlığında zıt yönlere giden iki ayrı yolcu misali kayboldular.
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Victoria Westmoreland
İngiltere Kraliçesi
İngiltere Kraliçesi
Victoria Westmoreland


Kraliyet : İngiltere
Mesaj Sayısı : 66
Kayıt tarihi : 07/06/12

Kişi sayfası
RP Puanı:
Karanlığın Büyüsünde Left_bar_bleue100/100Karanlığın Büyüsünde Empty_bar_bleue  (100/100)

Karanlığın Büyüsünde Empty
MesajKonu: Geri: Karanlığın Büyüsünde   Karanlığın Büyüsünde Icon_minitimePaz Haz. 24, 2012 6:43 pm

    # Betimleme: 26/30
    # Akıcılık: 6/10
    # Yazım Kurallarına Uyum: 8/10
    # Sayfa Düzeni: 10/10
    # Renklendirme: 2/5
    # Kurgu: 20/25
    # Uzunluk: 10/10


    [ Toplam: 82 ]


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
http://netherfieldrpg.yetkin-forum.com
 
Karanlığın Büyüsünde
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Netherfield RPG :: Karakter Tanımlama :: Seçim Panosu :: RP Puanı Belirleme-
Buraya geçin: