Her yerin beyaz olduğu bir yer... Tek başına yolculuk her zaman için zordu. Bugün, Kheiron'un verdiği keşif görevini bitirmişti. Düşüncelerini kısıtlanmasının nedenini biliyordu artık. Onun dünyasında sözcükleri dışında düşünceleri dahi tehlikeydi. Maximillian gittikten sonra hayatı hızlı bir biçimde değişmişti. Canavarlar, kâbuslar, ölüm kalım mücadeleleri... Öne eğdiği kafasını yavaşça kaldırdı. Geçmişindeki tüm pişmanlıkları, ahenkle inen kar tanelerine katıldı. Mavi-yeşil gözlerini huzurla, ölüyormuş gibi kapadı. Kılıç keskinliğinde soğuk hava düşünceleri ile benliği arasındaki duvarı kaldırıp ilk defa onu rahatlatmaktan öteye gitmedi. Hayatındaki dostluk boşluğunu birçok ilişki ile kapamaya çalıştığını kendince ilk defa kabul etti. Sadece yalnız olduğu için kırdığı kalpler, gözlerinden damlalar eşliğinde süzüldü. Birçok hayat söndüren parmakları ile kırık kalpleri gözlerinden sildi. Dudakları yavaşça genişleyerek gülümseyen bir hal aldı. O bir simyacıydı ne olsa. Eski simyacılar nasıl her madeni altına çeviriyorsa, kendisi gözyaşlarını mutlu gülücüklere çeviriyordu.
Ufuk çizgisine bakan gözleri başka bir anı ile sarsıldı. Sadece tek bir şey ile harekete geçmişti. Daha önce hiç görmediği, duymadığı ve hissedemediği anne şefkati onu harekete geçirmişti. Korkak bir kedi misali uyuduğu yüksek bir ağaç dalında görmüştü rüyasını. Kâbus değildi kesinlikle. İlk defa bu kadar yakından hissetmişti mutluluğu. Ancak sadece görmesi mutluluktan öte bir şeydi. Bembeyaz kusursuz bir elbise içinde, hayatında gördüğü en güzel yüze sahip kadın duruyordu. Altınlarla bezenmiş kıyafeti ile kafasında bulunan heybetli altın taç muazzam bir uyum içerisindeydi. Adonis'in gözleri kadının yüzüne kaydığında, en güzel kırmızı gülün iki parçasını gördü, kadının dudaklarının olması gereken yerde. Küçük bir burun üstündeydi gül yapraklarının, altın oran dedikleri ilk defa gözle görülebiliyor olmalıydı. Uzun güzel kirpikleri arasında, fırtına misali tehlikeli ve merak uyandırıcı bakan gri gözleri duruyordu. Adonis âşık olmalıydı... Yaşı önemli değildi, büyüyebilirdi. Aşk... Kalbinin hızlanması ile hissettiği aşk olabilir miydi? Zinhar... Daha öte bir şeydi. Daha öte bir şey olmalıydı. Karşısındaki için umursamaz bir süre olsa dahi, hasret kaldığı bir şey. Adonis korkarak bir adım attı. İstemsiz bir şekilde diz çöküp hırlayan bir ses ile söylendi "Anne." dedi. Görmeye can attığı yüzü görmemek için başını öne eğdi. Heybetli kadın nakkaş misali attı adımını. Hatiplerin en etkileyici sesi ile konuştu. Ağzından çıkan sözler su misali dalgalandı sonsuz bir odada. "At adamın hükmettiği toprakların çağrısını duymuyor musun? Denizin tuz kokulu dalgalarıyla sarılmış ormanın sesini işitmiyor musun? En derin pişmanlıklarını çözmek istemiyor musun? Kaderine boyun eğ Adonis. En kuvvetlilerin bile etkileyemediği kader çizgisine saygın olsun. O gözlerin için kısa ancak nefsin için uzun yolu aşmayı başarabilirsin. Zekânın, yoluna çıkabilecek engelleri aşmak için yeterli olduğunu biliyorum. Yaşamayı başarırsan oğlum, kahramanları kıskandıracak tarihi kaleminle yazmaya hak kazandın demektir." dedi. Susuzluğa direnci kalmamış bir bedevi gibi kucakladı sözleri. Adonis neden evden kaçtığını biliyordu. Nereye gittiğini biliyordu. Gideceği yerin ismini dahi biliyordu. Long Island kıyısı, Melez kampı. Adonis'in annesi sadece kelimeler ile konuşmamıştı... Gözlerini kırpıştırdı huzurla. Annesi ile ilgili eski bir anı bile rahatlatıyordu Adonis'i.
Bir rüya ile yoluna giren bir hayatı vardı. Ancak kaderinin hala şekillendiğini biliyordu. Beş yıl süren ancak elli beş yılda öğrenilecek tecrübeye sahip olmuştu. Uzun süredir gözlerini diktiği ufuk çizgisine bakıp gülümsedi. Bugün bir misafiri gelecekti, buna inanıyordu. Bronz zırhının üzerindeki lekeleri eli ile temizledi. Belinde asılı duran iki kılıcın kabzasını sıkıca kavradı. Bir bebeğin ilk adımını atması gibi gururlu bir adım attı. Yüzüne kondurduğu gülümseme simyacılık ile ilgili değildi bu sefer. Her adımını attığında ezilen karlardan çıkan ses, kaderinde bir dönüm noktasının habercisiydi. Alaska... Tanrıların güçleri ulaşmıyordu bu soğuk ve ıssız yere. Burası karşılaşma için gayet uygun bir mekândı. Tam altı yıl sonra, gerçek kimliklerini tanrıların etkisi olmadığı bir yerde karşılaştırmak en doğrusuydu. Binlerce melezin içinden onun gelecek olması tesadüf olmayacaktı burada. Her türlü tanrısal ve sosyal kısıtlama bu küçük yerde etkisiz kalacaktı. Sert bakışlarını tekrar ufuk çizgisine koydu. Saatlerdir sadece beyaz renk olan ufuk çizgisi, tek bir siyah nokta ile parçalandı. Bekleyiş kısa sürede aşıldı. Maximillian'ın yüzünü görebiliyordu artık. Onu ilk gördüğünde aklına gelen düşünce canlandı. Kardeş ya da kuzen olmalıyız. Birbirine bu denli benzeyen gözler farklı kişilerin olamaz. Adonis kardeş olmadıklarını biliyordu. Ancak Maximillan'ın üstünde zırh, belinde kılıcı asılıydı. Küçük ve cılız Maxi, ergenliğini kuvvetli geçirmiş olmalıydı. Aralarındaki mesafe, yetenekleriyle bir saniyeden kısa sürede aşılabilecek yakınlığa geldiğinde Adonis heyecanını dizginleyerek konuştu.
"Maximillian J. Ludlow, soğukkanlı bir intikamcı ve gaddar bir öfkeci..." dedi Adonis. Sert bir başlangıç ile geciktirilmesi artık imkânsız olan bir savaşı başlatmak kaçınılmazdı. Kaderine uymak istemediği için içine akıttığı gözyaşları yüzünde sahte gülümseme olarak yerini almıştı. Her türlü cevap için hazırlamaya çalışıyordu kendini. Ancak ne kadar zeki olursa olsun bu cevabı asla tahmin edemeyecekti.
Maximillian hiddet barındıran sert ve etkileyici sesi ile konuşmaya başladı. Bu sesin bir benzerini bir yerden tanıyordu. "Adonis, adaletsiz dünyada sen adaletin ne anlama geldiğini bilmiyorsun. Adaleti aramak için intikamcı, kendi adaletimi yaratmak adına öfkeci oldum. Kendi çizdiğim kaderimde ve adalet anlayışımda sana yer yok dostum." dedi ve kılıcının yarısına kadar kabzasından sıyırdı Maximillian.
Adonis başını kaldırdı; gözleri kısıldı ve vücudu kasıldı. Kontrol edemediği sesi ile bağırdı. "Sorunsuz yaşayanlar şeytan ve ezilen insanlar melek mi ? Bu şartlar tarihin akışı boyunca sürekli değişti. Barışı hiç görmemiş çocukların ve savaşı hiç görmemiş çocukların farklı değerleri vardır. Neyin doğru neyin yanlış olduğunu belirleyecek olanlarda onlar! Bu bölge en tarafsız bölgedir. Adalet galip gelecek diyorsun değil mi? Evet bu doğru! Kim kazanırsa kazansın sonuçta kazanan adalet olacak." diyerek sözlerini bitirdi Adonis. Belinde asılı duran iki tane kılıcı hızla çekmişti. Beynine kan hücum etti. Kalp atışının hızlanması ile bedenindeki iradesi zayıfladı. İradesizliğe bir damla kala benliğine sıkıca sarıldı. Beyaz renkli derisi kıpkırmızı olmuştu. Kulakları bir insanın duyamayacağı sesleri algıladı. Gözleri en küçük harekete odaklanmayı başardı. Kollarında gezinen gücün sınırı yoktu belki de. Altı yıl önce gerçekleşmeye başlayan lanet canlanmıştı vücudunda. Aynı Maximillian'a olduğu gibi. Tarihin en kuvvetli savaşçılarını bulmuştu bu lanet. Aşil, Hektor, Herkül... Sadece kişinin iradesini söküp alıyordu bu lanet. Yenilmez özelliğini kazandırdığı savaşçıların sonu olmuştu aynı zamanda. 3000 yıl önce Truva surları önünde savaşan Aşil ve Hektor gibi, Alaska açıklarında savaşıyordu iki kişi, Adonis ve Maximillian. Lanet ile bağlanmıştı kaderleri. Vücutlarında normal bir insandan çok daha fazla salgılanan adrenalin, onları iradesi olmayan bir savaş makinesine çeviriyordu. Çok çalışmıştı Adonis. İradesini güçlendirmek ve adrenalinin kontrolünü sağlamak adına. Kulaklarında dalgalanan kalp atışlarına aldırmadan çevirdi kılıçlarını Adonis. İnanılmaz bir hızla çarpıştı iki rakip. Geldiği tarafa doğru uçarken çevreye saçılan elektronlar ile hissetti güç dalgasını Adonis. Romalı melez dostunun Jupiter oğlu olduğundan artık emin olmuştu. Bedeninden geçen elektriğe aldırmadan tekrar ayağa kalktı. Karşılaştığı kuvvet beklemediği bir kuvvetti. Adonis gözlerini Maximillian'ın derin ela gözlerine dikti. Sert ve umursamaz bakan gözleri tek bir şeye odaklanmış bakıyordu. Sadece rakibini öldürmeye... O umut bekleyen çocuk, kahramanın lanetini tüm gücüyle kucaklamıştı. Maximillian'ın kendisi lanetin kendisiydi.
Adonis bir insanın hareket edemeyeceği bir hızda Maximillian'ın üzerine atıldı. Hamleler karşılıklı olarak devamlı yapıldı. Uzun dövüş adeta günlerce sürdü. Yıldızlar gökyüzünden defalarca geçti. Günler kendilerini aylara devretti. Güneş doğudan doğmaktan ilk defa sıkıldı. Ay neden Güneş kadar parlak olmadığını ilk defa sorguladı. Pişmanlık ve kararsızlık yüklenmiş kılıçlar devamlı çarpıştı. Kahraman olmak adına iki beden, iki dost günlerce savaştı. Adonis uzun süredir hissetmediği iradesini en temel tepki ile hissetti. Yüzünde ki acı ile kendine geldi. Ucu kanlı olan kılıçlarını istemsiz düşürerek geriye doğru adımlar ile yere düştü. Elleri sol gözünü kapatıyordu. Ilık ve yapış yapış olan kanı hissetmek bile uzun zamanını aldı. Adonis dikkatini sol gözünden uzaklaştırarak sağ gözü ile karşıya baktı. Maximillian'a ne olduğunu merak ediyordu. Böyle bir açık verdiği için çoktan ölmüş olmalıydı. Dostunun elleri kalbinin hemen üzerinden omzuna kadar uzanan "x" şeklinde ki derin yaranın üzerine, bir parça bez tutmak için duruyordu. Adonis yorgunluğunu unutup ayağa kalktı. Yorgunluğunu evine vardığında hatırlayıp, iki hafta boyunca yatacaktı. Maximillian'a elini uzattı ve onu yerden kaldırdı. Kaderi bağlanmış iki dost, yaşadıkları yüzünden iki düşman, hedefleri yüzünden iki rakiptiler. Adonis sahte gülümsemeleri bir kenara bırakarak gerçekten gülümsedi. Maximillian'ın konuşmasına izin vermeden konuşmaya başladı. "Kahramanlar ilk savaşlarında ölmeyen, son savaşlarından ise sağ çıkamayan kimselerdir. Sağ çıkamayacağımı bile bile hiç yenilmeyecek gibi üzerine varacağım. Benim gibi gerçek benliğini, gerçek dünyayı bul ve güçlü ol! Ne kadar sürerse sürsün, en güçlü halimle seni bekleyeceğim. Sen ve ben dostum en ulu kahramanlar olacağız." dedi Adonis. Kaderine saygı duyarak, meydan okudu hayatına. Arkasına dönüp nereye gittiğini bilmeyerek çıktı, yolun başına.