Netherfield RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Yıl; 1750. Yeni bir sezon tüm ihtişamıyla başlıyor! Sen daha yerini almadın mı?
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Jaryll.

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Jaryll di Angelo




Mesaj Sayısı : 1
Kayıt tarihi : 13/06/12

Kişi sayfası
RP Puanı:
Jaryll. Left_bar_bleue95/100Jaryll. Empty_bar_bleue  (95/100)

Jaryll. Empty
MesajKonu: Jaryll.   Jaryll. Icon_minitimeÇarş. Haz. 13, 2012 6:39 pm

Kılıçların çarpışma sesi dört bir yanı inletiyordu. "Seni buraya gömeceğim!" diye bağırdı. Ağzından tükürüğün dışında, az bir miktar da kan sıçramıştı. "Seni buraya gömeceğim ve çürümeye yüz tutmuş cesedini o lanet tanrın bile alamayacak!" Karşısındaki adama baktı. Bir kaleyi andırıyordu adeta. Eğer Yunan tanrılarına inansaydı, karşısında kesinlikle Minotor'un insan şekliyle savaştığını düşünürdü. Bir insana ait olamayacak derecede geniş omuzlar, kendisinden bir kafa daha uzun bir boy (ki James gerçekten uzun boylu birisiydi) ve devasa bir cüssesi vardı adamın. At kuyruğu yapılmış kahverengi saçları, dirseğine kadar uzanıyordu. Kalın kaşları ciddi bir biçimde çatılmış, iri-çatlak dudakları ve ağzındaki tüm çürük dişleri kendisine sırıtıyordu. Aralarında iki adım mesafe olsa da, nefesindeki o iğrenç ve vahşi koku burun deliklerine doluyordu. Burnunu kırıştırdı ve karşısındakine en korkutucu bakışlarından birini attı. Simsiyah gözlerini kullanmasını her zaman bilmişti, tabii insanlara karşı. En iyi bakışına karşılık, sadece şaşıran bir yüz buldu. Bir boğanın homurtusunu aratmayacak şekilde "Sakin ol, sert çocuk..." dedi. Sinir bozucu derecede sakindi ve eğleniyor gibiydi. "O çelimsiz vücudunla bana yapabileceğin tek şey, o korkutucu bakışlarından atmak olur. Kendine bir bak, çocuk. Elindeki o kılıçla bana zarar veremezsin." Bu sırada elindeki devasa büyüklükteki savaş çekicini ve kalkanı gösteriyordu. "Tüm kemiklerini kıracağım ve o küçük sevgilini de bir daha göremeyeceğinden emin olacağım." Axel ayak parmaklarında bile hissettiği nefreti saklamak için hiçbir çaba sarf etmedi. Gözlerindeki siyahlar, gece okyanusu gibi uçsuz bucaksızdı. Normal bir insanın karşısında şu ana kadar korkuya kapılmamış olmasının hiçbir imkânı yoktu fakat karşısındaki kişiyi bir an için bile insan olarak düşünmemişti. Yine de kendine hakim olması gerekiyordu. Onun, kendisini kızdırmasına izin verirse dosdoğru üzerine saldırırdı ve böyle bir durumda sonunun kaçınılmaz bir ölüm olduğunun farkındaydı. Hızını ve çevikliğini kullanmalıydı. Beynini kullanmaya çalışıyor; ama kalbinden tüm vücut hücrelerine yayılan nefret kalan her faaliyeti durduruyordu. "Sakın onunla ilgili tek bir kelime daha edeyim deme!" Sesi, tüm nefretinin kelimelere dökülmüş haliydi. Karşısındaki adamın gülüşü, kulaklarından girdi ve beynindeki her bir hücreyi taciz etti. Kafasında tarifi imkansız bir sallantı vardı. Sonra da ağzının içini gördü ve o iğrenç koku burnunu istila etti. En sonunda da iğrenç sesi, kahkahası ile beraber beyin hücrelerini istila etmeye devam etti. "O kız bizim tarafımızda, çocuk. Artık bunu anlaman gerek. Evet evet, aynen şunu diyordu; 'O daha iyilerine layık.' " Axel'ın kulaklarıyla duyduğu sözcükleri, beyni anında reddetti. Böyle bir gerçeğe bir saniye bile inanmamakta kararlıydı. Kalbi ve beyni aynı anda haykırıyordu. "Hayır!" diyorlardı. "Hayır, öyle bir şeyin olma ihtimali yok. Kaçırıldı ve eli kolu bağlı bir şekilde bekliyor!" Bu noktadan sonra kalbi işin içinden çıkıyor ve beyni asla düşünmek istemediği şeyleri bir kırbaç gibi yüzüne vuruyordu. "Ona işkence ediyorlar, şu anda vücudunda sayısız çürük ve yarayla bir sandalyeye bağlı olarak tutuluyor." James bakışlarını tekrar adamın gözlerine çevirdi. Saf bir nefret ile parıldadı gözleri. Bir saniye sonra, kılıcını karşısındaki "dağa" saplamak için harekete geçti. Adamın kas yığınından oluştuğunu ve bir kaplumbağa gibi ağır hareket edeceğini düşündüğü için kendine ağır bir küfür etti. Adam bir anda devasa savaş çekicini havaya kaldırdı ve James'in kafasına indirmek için hamle yaptı. James, saldırısını yarıda kesti ve kılıcını kendini savunmak için havaya kaldırdı. Devasa savaş çekicine karşı, bir kılıçla savunma yapacaktı. Tabii karşısındaki adamın, kendisinden onlarca kat daha güçlü olduğu gerçeğini de unutmamak gerekiyordu. Bir karıncanın kollarıyla kendini bir insanın ayağının altında kalmaktan korumaya çalışmasına benziyordu yaptığı şey. Bir salise içinde bunlar kafasının içine doldu ama yapabileceği hiçbir şey yoktu. Kılıç ve savaş çekicinin birbirine çarpmasıyla havaya yoğun bir ozon kokusu yayıldı. Burnunun ilk kokladığı kokuydu bu. Tabii kokuyu duymasından önce, çarpışmanın sesi kulaklarında çınlamıştı. Ardından gözlerinin önünden yoğun, kırmızı bir sıvı geçti. Bir kısmı gözüne kaçmıştı. Olanlara bir anlam veremiyordu James. Her şey ağır çekimde ilerliyordu sanki. Sonra ise bedenini kasıp kavuran acıyı hissetti. Kendini savunmak için kaldırdığı kılıcı, sol omzunda büyük bir yarık açmıştı. Oluk oluk kan, sol kolunu tamamen kırmızıya bürümüştü. Etrafa ozon kokusunun yanında, ağır bir de kan kokusu eşlik etmeye başlamıştı. Kendini ayağa kalkmaya zorlamalıydı. Tek bir hamle, ha? Tüm senelerin birikimi, tek bir darbeye karşı koyamıyordu, ha? Ayağa kalkmak için büyük bir çaba sarf ediyordu. Ağzından cılız bir inleme çıktı ve yavaş yavaş ayağa kalktı. Bu sefer suratında gülümseme olan, James'ti. Bu gülümseme karşısında, önündeki adam oldukça şaşırmıştı. Ağzı bir karış açılmıştı ve bu durumda, James o iğrenç ağzı tekrar görmek zorunda kalıyordu. "Sana az sonra hayatın boyunca bir daha göremeyeceğin bir şey göstereceğim. Ayrıca hayatın boyunca tatmadığın bir korkuyu tadacaksın." Bir gözünü kapatan kanı, elinin tersiyle sildi. Kan kırmızısı gitmesine rağmen, karşısındaki adam dışında her yer kıpkırmızıydı. Sadece rakibi vardı ve James, dövüşe tamamen hazırdı...

Rakibinin yatay bir şekilde gelen saldırısından sıyrılmak için kendini yere attı ve tek bir hamlede, karşısındakinin iki bacağını da kesti. Savaş sırasında aldığı yaralar, karşısındakinin reflekslerini ve hızını bir hayli yavaşlatmıştı. Koskoca bir dağı dize getirmişti ve artık sorgu başlamalıydı. Sevgilisinin yerini öğrenecek ve sonra da onu kurtaracaktı. İçinden bir ses bunun "çok klişe" ve gerçek olamayacak kadar aptalca bir hayal olduğunu söylüyordu. Kitaplarda da böyle olmaz mıydı? Böyle klişelerin sonu, sevgilisini kurtaran erkeğin ölümüyle sonuçlanırdı. Yine de karşısındaki adamla çok fazla uğraşmıştı. Ondan bazı bilgiler almalı ve yaralı omzunu iyileştirdikten sonra başka bir plan yapmalıydı. "Sana soracağım sorulara cevap vermediğin her saniye, midenden başlayarak yukarı doğru vücudunu keseceğim. Yukarı doğru çıktıkça, kesikler daha da derinleşecek. Başlıyorum, Lucianna nerede?" Adamın iri kahverengi gözlerinde tarif edilemeyecek büyüklükte bir nefret yatıyordu. James sırıttı. Bu gözlerde nefretten daha büyük bir şey varsa, o da korkuydu. "Pekala, tarifsiz acıya hazır ol..." Adama doğru bir adım attı ve kılıcını yere doğru tuttu. "Axel, dur..." Tüyleri diken diken olmuştu ve sesi duyduğu anda, bir heykel gibi hareketsiz kalmıştı. Tepki vermekte zorlanıyordu. Sırtında bir temas hissetti. Ama hissettiği şey sevgi ile uzatılan sıcak bir el değil, bir kılıcın metalik soğukluğuydu. James irkildi, kalbi susmuştu ve beynindeki düşünceler kötü huylu bir tümör gibi tüm vücudunu istila ediyordu. "Sana kızın bizim tarafımızda olduğunu söylemiştim..." Sesinde alay vardı. "Üzgünüm Axel, ikimizin de yola devam etmesi gerek. Sadece ben burada, sen ise öbür dünyada olacaksın. Beni sevdiğini biliyorum, gerçekten üzgünüm." Lucianna'nın sesindeki çaresizliği hissetti bir an. Hissetti hissetmesine ama, kalbi bunu reddediyordu. Lucianna, ona ihanet etmişti. "Sana tapardım be..." dedi, nezaket ve neşeden çok uzak bir ses tonuyla. "Şimdi sırtımdaki bıçaksın..." Eli ile kızın, kendi sırtına dayadığı bıçağı tuttu. Bıçağın elini kesmesi, umurunda bile değildi. "Tutulmuyor ellerin, yok artık eski sıcaklık. Hayatıma son vermek üzere olan silüetlerle baş başayım..." Gözlerini çevirmeye korkuyordu. Çünkü eğer gözlerini çevirirse bir daha ve bir daha onu affedebilirdi. Yine de kafasını, oluk oluk kanın aktığı sol omzuna çevirmişti. "Sol omzum hala ıslak, orada ağladın kadın..." Derin bir nefes aldı. Sırtındaki bıçağın titrediğini hissedebiliyordu. "Bir şeyler bilmenin hüznüyle yok ettim seni ben. Senden nefret oluşturmak için doldu sözler. Bilmiyorsun, görmüyorsun hatanı. Ben bildiğimden korkuyorum..." dedi. Sesinin kontrollü çıkıp çıkmaması umurunda değildi. Görüşünü kapatan şeyin, kan olduğunu sandı ama bu sefer, göz yaşından başka bir şey değildi. "Korkudan her şey..." Kızın bile anlayamadığı bir hızla, kılıcını boydan boya Lucianna'nın göğsüne sokmuştu. Kız kan kusmaya başladı, gözlerinde ise şaşkınlıktan çok pişmanlık vardı. James arkasına döndü ve kızı omuzlarından tuttu. Hala son nefesini vermemişti. James kızın alnını son bir kez öptü. Sonra ise kılıcını ardı ardına kızın vücuduna saplamaya başladı. Bir yandan bağırarak ağlıyordu. Sesi etraftaki tüm canlıları ve doğayı susturmuştu. Eğer Yunan tanrıları gerçek olsaydı, tanrıların evi Olimpos'a bile ulaşırdı feryatları. Günler, aylar, yıllar geçti... James kendine geldiği zaman, karşısında kıpkırmızı bir ceset vardı. Cesedi itti ve yere düşüşünü duygusuz bir suratla izledi. Tekrar arkasını döndü ve adama doğru yürümeye başladı. Kaçınılmaz olanı yapmak zorundaydı, yapacaktı da... En ufak bir vicdan azabı hissetmeden, karşısındaki adamın canını aldı. Acı çekmemesini sağlamıştı. Artık kendisi de acı çekmiyordu. Kalbi derin bir uykuya dalmıştı ve acı yerini, rahatlatıcı bir teslimiyet duygusuna bırakmıştı. Arkasını döndü ve yürüdü. Artık yapabileceği tek şeyin gerçeklerden kaçmak olduğunu bilmek bile, ona bir sıkıntı vermiyordu. Kum taneleri gözlerine çarparak onu kör ediyor, şiddetle esen rüzgar ise onu ters yöne götürmeye çalışıyordu. Ondan, geri dönmesini istiyorlardı. "Beni rahat bırakın!" diye bağırdı boşluğa. Sesi havada eriyip gitti. Seslendiği şey doğanın kendisi olduğu için en iyi yol buydu belki de. Dizlerinin üstüne çöktü. "Beni rahat bırakın! Erkekler hiçbir söz söylemeden veda etmeliler..."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Marjory Bartoloměj
Lady
Lady
Marjory Bartoloměj


Kraliyet : İngiliz
Mesaj Sayısı : 37
Kayıt tarihi : 10/06/12

Kişi sayfası
RP Puanı:
Jaryll. Left_bar_bleue100/100Jaryll. Empty_bar_bleue  (100/100)

Jaryll. Empty
MesajKonu: Geri: Jaryll.   Jaryll. Icon_minitimeÇarş. Haz. 13, 2012 6:53 pm

# Betimleme: 30/30
# Akıcılık: 10/10
# Yazım Kurallarına Uyum: 10/10
# Sayfa Düzeni: 7/10
# Renklendirme: 3/5
# Kurgu: 25/25
# Uzunluk: 10/10

[ Toplam: 95 ]
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Jaryll.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Netherfield RPG :: Karakter Tanımlama :: Seçim Panosu :: RP Puanı Belirleme-
Buraya geçin: