Viona Brandon Lady
Kraliyet : İngiltere Mesaj Sayısı : 4 Kayıt tarihi : 12/06/12
Kişi sayfası RP Puanı: (100/100)
| Konu: Golden Flame Çarş. Haz. 13, 2012 1:55 pm | |
| Güneş adeta etrafa altın tozu saçarcasına aydınlatıyordu Westminster'ın görkemli bahçesini. Her yanda boy gösteren ihtişamlı heykeller, adeta cennetten kopup gelmiş güzelliğe sahip her türden çiçekler ve Westminster Sarayı'nın gösterişli manzarasıyla herkesi kolaylıkla hayrete düşürebilecek bir yerdi burası. Babasının sahip olduğu ünvan dolayısıyla lüks içinde büyümüş olmasına karşın bu saraya her gelişinde daha çok büyüleniyordu. Hafifçe esen meltem altın sarısı saçlarını dalgalandırırken, gözünün önüne düşen bir tutamı eliyle kulağının arkasına itti. Kral ile bir görüşme için gelmişlerdi saraya; babasını beklemektense bahçede dolaşmayı seçtiğine bir kez daha sevindi genç kadın. Temiz havayı ciğerlerine doldururken hemen yanıbaşındaki orkidelere takıldı gözleri. Çiçek kokularına her daim hayran olan Viona eteğini düzeltip eğilerek orkideleri zarifçe kavradı ve kokularını içine çekti.
Kafasını kaldırdığında hemen karşıdan ona doğru gelmekte olan genç adama takıldı yeşil gözleri. Olabildiğince ihtişamlı kıyafetleri ve kusursuz hatlarıyla onu tanımaması imkansızdı. İngiltere Krallığı'nın yaşça en büyük varisi, Veliaht Prens; Edmund Westmoreland ona adım adım yaklaşırken bilmediği bir nedenden dolayı kalbi daha hızlı atmaya başladı. Daha önce Kraliyet tarafından düzenlenmiş bir kaç baloda konuşmuş, hatta sonuncusunda dans etmişlerdi. Her Lady'nin hayallerini süsleyecek kusursuzluğa sahip olan Prens'in harika kişiliğini her zaman takdir etmişti Viona. Ona doğru yürümeye başladığında suratında beliren tebessüme engel olamadı. Güneşte parıldayan deniz mavisi gözleri, mükemmel yüz hatları ile adeta bir heykelden farksızdı genç adam. Aralarında kısa bir mesafe kalınca Viona durdu ve hafifçe dizlerini kırdı, eğilerek selam verdi. | |
|
Edmund Westmoreland Veliaht Prens
Kraliyet : İngiltere Mesaj Sayısı : 24 Kayıt tarihi : 11/06/12
Kişi sayfası RP Puanı: (100/100)
| Konu: Geri: Golden Flame Çarş. Haz. 13, 2012 4:55 pm | |
| Günün bu saatinde, bu tarz sorunlarla ilgilenmek genç adamı geriyordu. Yine sınıra yakın bir yerde isyan çıkmıştı. Babası, Windsor Dükü ile birlikte Veliaht Prensi de çağırmıştı, bir şeyler kapması için. Genç adam zaten bunları biliyordu, sorunlar karşısında nasıl titizlikle hareket etmesini 3 yaşından itibaren öğrenmeye başlamıştı. Ama babalar böyleydi işte. Onların gözlerinde siz her zaman bahçede koşuşturan, küçük yaramaz çocuklardınız. Asla büyümezdiniz. Eh, bir de babanız güçlü bir devletin kralı ise, ve sizde o devletin gelecekteki kralı iseniz, işler daha da sarpa sarıyordu. Eğitim üstüne eğitim, daha sonra da evlenme gibi bir olay, en sonunda da soğuk mezar. Hayat, Edmund için bundan ibaretti işte. Doğ, yönet, öl. Başka hiç bir şansı yoktu genç adamın. 23 yıllık hayatı boyunca -en azından 20 yılında- sadece eğitim görmüştü. Şimdi ise evlenmesi gerekiyordu. Artık yaşı geldi de geçiyordu, annesine göre. Her gün başka bir kız gösteriyor, bıkmadan usanmadan ona kız araştırıyordu. Bazen de oğlu adına ünlü balo sahiplerine mektuplar yazıyor, zorla adamı o balolara yolluyordu. Balolar güzel olabilirdi, eğer kızlar ve anneleri sinek gibi prense yapışmasalardı.
Babasının ve Benedict amcanın -Windsor Dükü demektense, amca demek daha samimiydi, genç veliahta göre- konuşmalarını uzaktan duyuyordu. Hafifçe başını salladı ve uykuya dalmamak için ekstra bir güç harcadı. Dün akşam gittiği baloda tanıştığı sarışın güzel onu o kadar çok yormuştu ki genç adamın hâlâ uykusu vardı. Babasının sözünü bitirmesini bekledi ve bitirdiği an doğruldu. "Çok sevgili ekselansları, izniniz olursa biraz hava almak istiyorum," dedi hafif hırıltılı bir sesle. Babasının gözlerinde gördüğü onay ışıltısının ardından Benedict amcaya döndü ve hafifçe başıyla selam verdi. Eğer biraz daha oyalansaydı odada, Windsor Dükü'nün ayağa kalkıp selam verdiğini, babasının ise hafif bir gülüşle güldüğünü ardından karşısındaki adama dönüp 'bu çocuğu sadece Viona yola getirir' dediğini duyabilirdi. Ama Edmund bir saniye bile beklemeden dışarı çıkmış, tahta oymacılıkla süslenmiş koridoru büyük adımlarla geçmeye başlamıştı bile.
Vitray çalışmasının olduğu bir cama denk geldiğinde odasına sadece bir kaç adım kalmıştı. Onun dikkatini çeken şey camdaki şaheser yada güneşin parlaklığı değil, toprak yolda zarafetle yürüyen kadındı. Küçüklük aşkı, artık küçük olmaktan çıkmıştı. Göğüsünü parçalıyordu bu aşk. Çok fazla görüşmemişlerdi. Küçükken arada bir saraya gelirler yada kral ve kraliçe yemeğe onlara giderlerdi. Her seferinde de küçük çocuk gelmek istediğini bildirir, eğer götürmezlerse sabaha kadar ağlardı. Artık her şey değişmişti. O küçük çocuk aşkı için ağlamıyordu artık, aşkı için savaşıyordu. Balolarda karşılaştıklarında sadece bir kaç kelime edebiliyorlar, sonrasında ikisi de birbirinden kaçıyordu. Bu Edmund için utanç vericiydi, isteyip de alamamak. Ama artık son raddeye gelmişti. Ya alacaktı, ya alacaktı.
Merdivenlerden bir prense -hele de bir veliaht prense- yakışmayacak biçimde koşarak indi. Etrafta gezinen nedimeler, uşaklar prenslerinin bu denli saçma hareketlerine şaşırıyorlar ve başlarını eğip yollarına devam ediyorlardı. Onlara burada bu öğretiliyordu, sorgusuz itaat. Genç adam biraz daha hızını arttırıp güneşli bir bahçeye merhaba dedi. Hoş, eğer annesi bu davranışlarını görse en ağır yelpazesiyle prensin kafasına vurur, herkesin önünde prensin yapması ve yapmaması gereken davranışlar hakkında uzunca bir nutuk çekerdi. Ama annesi burada değildi ve prens her şeyi yapmakta özgürdü. Biraz yavaşlayıp üzerine çeki düzen verdi, bu kılıkla leydisinin karşısına çıkamazdı. Ayağının altında çatırdayan çakıl taşlarının ardından toprak yola adım attı. Ve o an leydisini gördü. Bir çiçeği -sanırım bir orkide- kokluyordu. Görüntü o kadar muhteşemdi ki Da Vinci şu görüntüyü çizmek için mezarından kalkardı. Dağınık topuzundan sıyrılan bir kaç tel genç kızın yüzüne düşmüştü ve genç kızı kötü göstermek yerine harika gösteriyordu. Parıldayan ipek elbisesi ise görenleri kıskandıracak şekildeydi.
Genç kızın yanına ulaştı ve elinin üstüne ufak ama tutkulu bir öpücük kondurdu. Doğrulduğunda genç kızın yanaklarında beliren hafif kırmızılık gözlerine takıldı. Pürüzsüz ve narin elin iç tarafını okşamaya başlayarak sordu genç kıza; "Leydim, bugün nasılsınız acaba?"
| |
|