Sabahın ilk ışıkları yeryüzünü aydınlatmaya başlamışken malikanedeki hizmetlilerin koşuşturması da çoktan başlamıştı. Jude, ailesinde kimsesi kalmayınca dayısı tarafından büyütülmüş bir çocuktu. Dayısı yıllarca Jude’a kendi çocuğu gibi bakmış, ki bunda kendi öz çocuğunun olmamasının da payı büyüktü, olduğu için Jude dayısının yanından hala ayrılmıyordu. Dayısının tüm mirası ve ismi de bu adama kalacak olmasına rağmen sosyetede tanınan bir sima değildi Jude, şövalyelik başarıları dışında.
Erken uyanmış olmasına rağmen henüz yataktan çıkmamıştı genç. İçinde bulundukları günün öteki günlerden bir farkı yoktu, güneş doğudan doğmuştu ve batıdan batacaktı, sosyete her zamanki gibi boş bir günü tamamlarken halk onlar için çalışıp onlar için kazanacaktı. Jude ise bugünü kendine ayırmaya karar vermişti. Baş şövalye olmak istediği için her gün herkesten daha fazla çalışmasına rağmen bugün nedense canı ne kılıç görmek istiyordu ne de herhangi bir silah. Gözlerini yatağının başına sabitlemiş sessizliği dinlerken odasının kapısı çalındı, yatağın hemen yanındaki gömleği hızla üzerine geçirip “Girin.” dedi. Dayısı yüzünde sevimli bir gülümseme ile odaya girdi ve yaptığı ilk şey perdeleri sonuna kadar açmak oldu, her zaman güneş ışığını sevmişti bu adam. Ellisine merdiven dayamış olmasına rağmen neredeyse Jude kadar güçlü duran, saçlarına yer yer beyazlar düşmüş, yüzündeki çizgiler iyice belirginleşmiş adam rica eder gibi konuştu Jude, bu ses tonu ne olursa olsun Jude’dan istenen şeyi yapmayı gerektiriyordu. “Jude seni oğlum gibi gördüğümü biliyorsun, tüm mal varlığımızla adımızı da sana emanet edeceğiz buradan göçme vaktimiz geldiğinde, seninde artık evlenmenin vakti geldi.” Son birkaç yıldır evde Jude’un evlenmesinin vakti geldiği konuşuluyordu, genç adam ise hiç oralı olmamıştı. Belki de gerçek aşkı bekliyordu belki de aşka inanmıyordu kim bilir? Fakat böyle giderse dayısının kendisine uygun gördüğü biriyle evlenmek zorunda kalacaktı zira dayısının sabrı taşıyor gibiydi. Jude’un söze girmesine fırsat vermeyerek devam etti, “ Bu gün birkaç aile toplanacağız, resmi bir davet değil fakat genç bayanlar ile tanışman için iyi bir fırsat Jude. Çoğu kişi senin benim yeğenim olduğunu bile bilmiyor, tanrı aşkına. Bir saat içinde yola çıkıyoruz, görüşürüz.” Yine Jude’un hiçbir şey söyleme fırsatı olmadan hızlı adımlar ile odayı terk etti adam.
Hiç istemese de bir saat içinde hazır bir şekilde atının üzerinde dörtnala, arkasında tüm aileyi bırakmış bir şekilde ilerliyordu. Zorla götürüldüğü yerdeki tek tesellisi en fazla bir ya da iki ailenin orada olacağını bilmesiydi. Sosyete bu demekti işte, aptal toplantılar ve balolar. Ülkesini kanının son damlasına kadar koruyacağına emin olmasına rağmen bazen tereddüde düşüyordu canlarını korudukları insanlar hakkında. Elbette herkesin yaşama hakkı olduğundan dolayı, ne olursa olsun yaratılmış bir canlıyı koruduğu için bunun son derece kutsal bir görev olduğunu hatırlaması uzun sürmüyordu. Uzun süren bir yolculuktan sonra vardıklarında Jude atını yavaşlattı omzunun üzerinden arkasına dönüp baktığında dayısının arabasının henüz varmakta olduğunu görüp tekrar dörtnala sürdü atını, gelmişti fakat kimseyle muhatap olmak istemiyordu, bu hareketi kimilerince kaba karşılanacaktı fakat umurunda değildi.
İnsanlardan uzaklaştığında atını yavaşlattı, hafif tempoda yürüyen atın üzerinde dayısının dediklerini düşünüyordu, belki de haklıydı yaşı düşünüldüğünde evlenmesinin zamanı çoktan gelmiş geçiyordu. Bu düşünce Jude’un dudaklarında alaycı bir gülümsenin belirmesine sebep oldu, kesinlikle geçmiyordu. En azından Jude’a göre… Yaklaşan başka bir atlının sesleri düşüncelerinin hızlıca yok olmasına sebebiyet verdi. Yanında duran atlıya baktığında, birkaç kez dayısının yanında gördüğü leydi ile göz göze geldi. Jude’un aklında yer edinmeyi başarabilmiş ender kızlardan biriydi, çizilmiş gibi bir yüzü ve kusursuz fiziği ile Jude bu kızı son derece hoş buluyordu. Elbette sadece hoş. “ Sizin tarafınızdan hatırlanmak hoş Leydi Brandon.” Başını hafifçe öne eğerek selam verdi ve ekledi, “Sizi de bir atın üzerinde, bu şekilde tek görmek şaşırtıcı. Bayanları pek yalnız bırakmadıklarını sanıyordum, özellikle de düşme ihtimali bu kadar fazla olanları.” Ata yan oturmasıydı kast ettiği, yanına gelirken bu şekilde dörtnala at sürdüğüne şahit olmuştu, onaylamayan bir şekilde kafasını salladı hafifçe ve gülümsedi.