Netherfield RPG
Would you like to react to this message? Create an account in a few clicks or log in to continue.


Yıl; 1750. Yeni bir sezon tüm ihtişamıyla başlıyor! Sen daha yerini almadın mı?
 
AnasayfaLatest imagesAramaKayıt OlGiriş yap

 

 Roache.

Aşağa gitmek 
2 posters
YazarMesaj
Ophelia Roache
Temizlikçi
Temizlikçi
Ophelia Roache


Kraliyet : İngiltere.
Mesaj Sayısı : 16
Kayıt tarihi : 11/06/12

Kişi sayfası
RP Puanı:
Roache. Left_bar_bleue93/100Roache. Empty_bar_bleue  (93/100)

Roache. Empty
MesajKonu: Roache.   Roache. Icon_minitimeSalı Haz. 12, 2012 10:10 am

Dağılmış sarı saçlarının arasından çıkardı kalemini. Bu hasta hakkında da bir teori üretmişti kendince. Şimdilik iyi gidiyordu, aldığı notlar, yazdığı taslaklar. Şefi ikna edebilecek gibiydi. Alçak sehpada duran kahvesini alabilmek için küçük çenesini dayadığı dizini yere indirdi. Bu dönemde tüm asistanların ihtiyacı olduğu tek şey kafeindi. O da diğerleri gibi kahve fincanını elinden düşürmezdi. Keyifle kahvesini yudumlarken çağrı cihazının öttüğünü duydu. Bu cırtlak sesten nefret ederdi. Mümkün olduğunca çabuk kapatmaya çalışırdı her zaman. Kısa sürede cihazı kapatıp odadan çıktı. Uzun koridorları koşarak geçti, ardında fırtına bırakarak. Olabildiğince hızlı konuşmalıydı. İnsan hayatı şakaya gelmezdi ve tıpta en önemli şey saniyelerdi. Bir saniye içinde biri ölebilir, başkalarının tüm hayat değişebilirdi. Dışarıdan bakıldığında bir saniyenin hiçbir önemi yoktu. Yavaşlamaya başladığında ayakkabısından gıcırtılar yükselmeye başladı. Hızlı hareketlerle önlüğünü ve eldivenlerini giydi, arkadaşlarının arasında bir yere yerleşti. Ambulansın siren sesi gittikçe yaklaşıyordu. Bu ses yeni gelenlerde her zaman adrenalini tetiklerdi ve kendilerini inanılmaz bir aksiyon içinde bulurlardı. Ancak bu ses artık Elais’e fazla etki etmiyordu, alışmıştı. Bu sesi duyduğunda adrenalinden çok ironi kaplıyordu içini. Bir duman gibi her yerine yayılıyordu yavaş yavaş. İnce kaşlarını çatmış ambulansın gelmesini bekliyordu. Hemen yanında kısa boylu hocaları Miranda duruyordu. Miranda, belirgin yüz hatlarına ve hatlarını öne çıkartan kısa, siyah saçlara sahipti. Hafif yukarı kalkık bir burun ve kalın dudaklar… Aslında gerçekten güzel bir yüze sahipti. Ancak minyon bir kadındı. Bir keresinde Elais’e minyonluğu yüzünden gençliğinde çok şey kaybettiğini anlatmıştı. Bu tür dertlerini de bir tek Elais’e anlatırdı. Ardından şakayla karışık, birine anlatacak olursa kariyerini bitirmekle tehdit ederdi. Elais, tehdidinden korktuğundan değil, gerçekten iyi bir sırdaş olduğu için söylememişti kimseye. Nihayetinde ambulans acil servise gelmişti. Bütün doktorlar koşuşturmaya başlamıştı. Doktorların içlerinde hep bir rekabet isteği ve hırs vardı. Bazen tek düşündükleri hastayı kurtarırsa ne derece yükselecekleri olabiliyordu. Ötekilerin aksine Elais her zaman hastayı kurtarmak derdindeydi. Ambulansın kapılarını açıldı. İçeriden önce polisler indi. Ardından sedye üzerinde, turuncu üniformalı bir adam çıktı ambulanstan. Baygındı, yüzünde ya da vücudunda herhangi bir kan yoktu. Elais o an anlamıştı, bu hastanın nörolojik bir problemi vardı. Adamı gören çoğu asistan uzaklaşmıştı oradan. Turuncu üniforma idam edilecek olan bir suçlunun giyebileceği bir şeydi ve bu suçluyu herkes tanırdı; Biagiotti… Sadece ismi duyulmuştu. İşlediği suçlar hakkında kimsenin bir fikri yoktu. Bu da onun daha korkunç biri olarak görünmesine neden oluyordu. Sedyeyle hızla içeri girdiklerinde koridordaki herkes onlara dönüp bakıyordu. Bu adam ne yapmıştı böyle? Nasıl herkesin ondan korkmasını sağlamıştı? Travma odasına girdiklerinde, doktorlar odanın içini görebilmek için etrafta pervane olmuşlardı. Miranda hastayı muayene ederken Elais de beyin cerrahına çağrı atıyordu. Gürültülü kalabalığın içinden sıyrılarak geldi kısa sürede Doktor Patrick. Hastayı o da tanımıştı. Ancak yapacak bir şey yoktu. O bir doktordu ve insanları sorgusuz, sualsiz kabul etmeye yemin etmişti. Dikkatlice muayene etti hastayı. Sonuç kötüydü. Ancak emin olamıyordu doktor. Bu yüzden hemen bir tomografi çekilmesini istedi. Bu iş yine Elais’e kalmıştı. Tomografi sonuçlarına baktılar ışıklı ekranda. Beyin kanaması geçirdiği ortadaydı. Hemen ameliyat olması gerekiyordu. Hızlıca tüm hazırlıklar tamamlandı ve Biagiotti ameliyata alındı.

Elais, hastanın dosyasına durumunu yazarken iki zümrüt gözün ona baktığını fark etmemişti. Canavar uyanmıştı. Hiç konuşmadan Elais’e bakıyordu. Aniden kapının açılmasıyla irkildi Elais. Arkadaşı Megan elinde dosyalarla gelmişti yanına. Şüpheyle yatakta yatan hastaya baktığında uyanmış olduğunu fark etti. İçini bir ürperti kapladı Meg’in. Elais arkadaşının garip bakışlarına dikkat etti, başını hastaya doğru çevirdi ve nihayetinde o da uyanmış olduğunu fark etti. Odada ürpertici bir sessizlik hakimdi. Sağ elinden yatağa kelepçeli olmasa kızların üzerine atlayacakmış gibi görünüyordu. Masum bir yüzü vardı, kimsenin o korkunç adam olabileceği ihtimalini bile veremediği bir yüz. Tüm yaptıkları öğrenildiğinde onunla bir kahve içmiş olanlar ne hissetmişti? John Wayne Gacy’nin ablası gibi mi? Jeffrey Dahmer’in komşusu gibi ya da Ted Bundy’nin eski kız arkadaşı gibi mi? Meg ve Elais birbirlerine baktılar, şaşkınlıkla. Ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Kanları akmıyordu adeta donmuşlardı. Onların söylemesine gerek kalmadan Biagiotti anlamıştı “Siz ikiniz benim ne yaptığımı mı merak ediyorsunuz?” Gür sesi sessizliği bozmuştu ama ürperti havasını fazlalaştırmıştı. Kızlar Biagiotti’ye bakakalmıştı. Bu durumda ne denilebilirdi? Daha önce ikisi de bir katille karşılaşmamıştı. Biagiotti ince dudaklarını konuşmak için bir kez daha araladı. “Bir kadının boğazını kestim. Hoşuma gitti, tekrar kestim. Daha çok hoşuma gitti, bir daha kestim.” Meg’in kahverengi gözleri yerinden fırlayacakmış gibi açıldı. Elais soğukkanlılığını korumak için uğraştıysa da yapamadı. İkisi de şok olmuşlardı. Belki de en can alıcı noktası yaptığı şeyi bir bardak su içmiş gibi kolayca anlatabilmesiydi. Bir insanın hayatına son vermek bu kadar basit olabilir miydi? Bu akıl almaz bir şeydi. Elais adamın gözlerine bakmaya cesaret edemiyordu. Meg’in daha fazla bu odada kalmak istemediği her halinde belliydi. Hızlı adımlarla dışarı çıktı. Elais dosyayı hastanın ayakucuna bıraktı “Yarın beni idam edecekler. Bir hayvan gibi uyutulmak istemiyorum. Ben de insanım.” Başını kaldırdı Elais. Adamın gözlerine kenetledi gözlerini. Öylece kalmıştı. İstemsizce araladı dudaklarını. “O kadınlarda insandı.” Bu söz karşısında şaşırdı Biagiotti. Elas’in kendisi de şaşırdı. Ardına bile bakmadan hızlıca çıktı odadan. Katilin söyledikleri beyninin tüm yanını sarmıştı. Sürekli kulaklarında uğulduyordu ‘ben de insanım’ deyişi. Her daim canlı görünmesini sağlayan teni, soluk bir kireç rengine bırakmıştı yerini. Nasıl bir dünyada yaşadığını anlamaya çalışsa da başarılı olamadı. Koridorda giderken birkaç kişi onu durdurup iyi olup olmadığını sordu. Hepsine de iyi olduğunu söyledi. Yalandı, iyi değildi. Dinlenme odasına atarak kurtuldu bu insanlardan... Kendine gelmeliydi. Masanın üzerinde duran şişeyi alıp avcuna döktü suyu. Ardından hızlıca yüzüne çarptı. Şimdi kendini daha iyi hissediyordu. Teorisini gözden geçirdiği sırada aklında yine o kelimeler yankılanıyordu. O da bir insandı. Her ne yapmış olursa olsun hiç kimsenin öldürülmemesi gerektiğine inanırdı. Bir doktorda olan en önemli dürtüye o da sahipti, hümanizm. Ne yaparsa yapsın bu dürtüyü atamazdı içinden. Aslında Elais insanları sevmezdi, sadece işine aşıktı. Ürpertici bir gecede hastanede bir katil… Bundan daha berbat bir durum olabilir miydi? Kucağına koyduğu dosyaları sert bir hamleyle attı sehpanın üzerine. Başını koltuğun başından geriye doğru sarkıttı, elleriyle gözlerini ovuşturarak. Kendini bir şeyler yapmak zorundaymış gibi hissediyordu. Rahat oturmak için çıkardığı spor ayakkabılarını tekrar ayağına geçirdi ve ayağa kalktı. Ardında çok sevdiği vanilya kokusunu bırakarak ayrıldı odadan. Her adımında kalp atışlarının hızlandığını hissetti. İnsanın bütün vücudunu kaplayan o kalp ritmi… Koridorlar bomboştu. Sadece bir ya da iki hemşire vardı koridorlarda. Cerrahlar da muhtemelen dinlenme odalarına çekilmişlerdi. Her geçen saniye daha derin bir heyecana kapılıyordu. İlk senesinde ambulans gelirken hissettiği adrenalini şimdi tüm damarlarında hissediyordu, kılcal damarındaki en küçük hücreye kadar bile. Yavaşça açtı katilin odasının kapısını. Tam beklediği gibiydi; uyumuyordu, gecenin matemini izliyordu uzandığı yataktan. Kapının açılmasıyla kafasını yavaşça çevirdi kapıya doğru. Elais küçük aralıktan süzülerek kapattı kapıyı. Katilin yattığı yatağa doğru irkilerek geldi. Gözlerini bir kez daha onun gözlerine kenetledi. “Başının arkasındaki dikiş yeri şu an oldukça hassas. Güçlü bir darbede seni öldürebilecek kadar.” Başka hiçbir şey demeden koşar adımla ayrıldı odadan, geride şaşkın bakışlar bırakarak. Hayvan gibi ölmek istemiyordu, Elais sadece ona bir seçenek sunmuştu. Neden yaptığını bilmiyordu. Ona acımış mıydı? Yoksa onun toplumun yarattığı bir canavar olduğunun farkında mıydı? Etrafına bakınarak hızlıca geçti koridorlardan, tekrar geldi dinlenme odasına. Kapıya yaslanıp başını yukarı kaldırdı, gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı. Açtığında yeşil gözlerinden damlalar süzüldü istemsizce.

Aniden gelen cırtlak bir sesle uyandı Elais. Çağrı cihazı, yine en nefret ettiği sesi çıkartıyordu. Cihaza baktığında katilin yattığı odanın numarasını gördü, derin bir ürperti kapladı içini. Acaba seçeneğini mi değerlendirmişti? Hemen toparlanarak çıktı odadan. Olabildiğince hızlı koştu ve kısa sürede geldi katilin odasına. Patrick de oradaydı. Biagiotti’ye baktığında başından kanlar süzüldüğünü gördü. Kaskatı kesilmişti adeta. Ne yapacağını bilemeden sürekli ayakları içeri doğru. Elleri titriyordu, vücudu soğumuştu, beti benzi akmıştı. Tıpkı bir ölü gibi hissediyordu kendini. Katile yaklaştığında duyduğu mırıltı onu kendine getirmişti. “Böyle ölmek istemiyorum.” Başını kaldırıp Patrick’e baktı. Patrick ne dediğini sordu defalarca ama söylememeyi seçti Elais. Acil müdahale yapıldı katile. Bir günde bu kadar şey yaşamak yormuştu Elais’i. Miranda içeri girdiğinde bakmaya cesaret bile edememişti. Anlamasından korkuyordu. Hiçbir şey olmamış gibi açılan dikişi kapatıyordu usulca. Miranda’nın burada olmasından rahatsız olmuştu. Çünkü onun alanı değildi nöroloji. Dikişi bitmişti, şimdi ne yapacağını düşünürken gelen sesle irkildi. “Elais, benimle gelir misin?” Gözlerini sıkıca kapattı Elais. Yer ayağının altından kayıp gitmişti. Kendini boşlukta hissediyordu ama düşemiyordu da. Havada asılı kalmıştı. Belki başka bir şeydi ama bunu bilemezdi. Yaptığı şey ilgilendiriyordu onu bir tek. Miranda önde burnundan soluyarak gidiyordu, Elais de onun peşinden yavaşça gidiyordu, başı öne eğik. Bir travma odasına girdiler birlikte. Kapının kapanmasıyla Miranda’nın bağırması bir olmuştu. “Hapisleri sever misin? Kariyerinin bitmesini ister misin? Sen bir doktorsun, kendine gel.” Anlamıştı Elais’in de tahmin ettiği gibi. Ne yapacağını bilemeden sessizce dinliyordu Miranda’yı. Haklı olduğunu da biliyordu. Böyle bir hatayı nasıl yapabildi? Ama pişman olup olmadığını sorgulamıyordu henüz. Miranda Elais’e bağırarak birçok şey söylemişti. Önceki hatalarını yüzüne vurmuştu, ondaki cesaret normal insan cesareti olmadığını defalarca vurgulamıştı. En hassas olduğu konuları bile açmaktan çekinmemişti Miranda. Ancak Elais hiçbir şekilde karşılık vermedi. Haksız olduğu konularda her zaman susup oturmayı bildi. Ancak Miranda’nın söylediği son söz vicdanına işlemişti. Pişman olduğunu anlamasına neden olmuştu. “Bunu senden beklemezdim. Ben sana böyle mi öğrettim?” Miranda’nın sesinden içinin burukluğu anlaşılabiliyordu. Siyah iri gözlerinin altı yaş dolmuştu. Dokunsan ağlaycak gibiydi adeta. Başka hiçbir şey söylemeden odadan çıktı. Kapıyı vurduğunda da Elais’in kulaklarında yankılandı o gürültü. Ağlayacak gibiydi, pişmandı, kendini aptal gibi hissediyordu. Nasıl bu kadar basit düşüncelere sahipti? Kendini tanıyamıyordu. Mesleği sahip olduğu tek şeyken şimdi onu kaybetmekle karşı karşıya gelmişti. Karanlık oda da yapayalnızdı, tıpkı iç dünyasında da olduğu gibi.

Sabahın erken saatlerinde bir başına koltukta oturmuş, güneşin doğuşunu izliyordu Elais. Kafası allak bullak olmuştu. Tıpta saniyeler önemliydi, bir saniyede tüm hayatlar değişebilirdi. Hiç başına gelmeyecek zannederken onun da hayatı bir saniyede değişmişti. Miranda henüz kimseye anlatmamıştı olanları. Bu yüzden hala Biagiotti’ye Elais bakıyordu. Az sonra taburcu olacaktı. Elais bir daha nasıl o odaya gireceğini bilemeden dosyaları almaya koyuldu. Dün fırtına gibi estiği koridorda bugün fırtınanın kırdığı bir çiçek gibiydi. Ağır hareketlerle ilerlerken kendini aynada gördü. Dağılmış sarı, kıvırcık saçlar, düne kadar sürekli parlayan şimdi ise sönmüş yeşil gözler, ince dudaklar ve solgun bir ten. Göz kapaklarını bile güçlükle hareket ettirebiliyordu. Hiç uyumamıştı, uyuyamamıştı. Aynanın hemen yanındaki odadan içeri girdi. Katille tekrar yüzleşme vaktiydi. Kendi halinde bir köşede dolduruyordu belgeleri Elais. Yabancı olmadığı bir ses tekrar yankılandı odada “İdamıma gelmeni isterim. Orada tanıdık bir yüz görmek çok iyi olacak benim için.” Elais şaşkınlıkla baktı adama. O da insandı. Evet, psikopattı ama o da insandı. Onu böyle yapan toplumdu, şimdi aynı toplum ondan nefret ediyordu. Hepimizin için de bir psikopat yok mu zaten? O sadece içindekileri dışa vurmuştu. Göz göze geldiklerinde Elais orada bir insan görmüştü, daha da önemlisi kendini görmüştü. O an Manson’nın bir sözü gelmişti aklına. ‘Bana tepeden bakarsanız, bir aptal görürsünüz. Bana aşağıdan bakarsanız, tanrıyı görürsünüz. Bana karşıdan bakarsanız, kendinizi görürsünüz.’ diye tekrarladı içinden Elais. Hiçbir şey söyleyememişti bile, sadece bakakalmıştı. Elais'in ona bakmasıyla birlikte o canavar gülümsemişti. Kim inanırdı ki onun gülebildiğine? O sırada kapı açıldı ve sert yüz ifadeli, üniformalı adamlar girdi içeri. En arkadan gelen oldukça iriydi. Karanlıkta gölgesi görülse yaratık sanılabilecek kadar iriydi. Gür ve çatık kaşlarının altındaki gözlerinde sürekli sert bakışlar vardı. Artık gitme vakti gelmişti. İki uzun boylu adam katilin yanına gelip çözdü keplepçelerini. Yataktan çabucak kaldırıp arkasında birleştirttiler ellerini. Tekrar geçirdiler kelepçeyi ince bileklerine. Elais ise odanın bir köşesinde izliyordu olanları. Yine her şey saniyeler için de olup bitmişti. Bir hayat daha saniyeler için de tamamen değişmişti. Kapı sertçe kapandığında Elais'in yüzünde ufak tebessüm belirmişti. Sinsi ama bir o kadar da gerçekçi. “Biz, başkalarının hayatlarını kurtarmak için kendi hayatlarımızı mahveden salaklarız."
Sayfa başına dön Aşağa gitmek
Margeret Maurëll
İskoçya Kraliçesi
İskoçya Kraliçesi
Margeret Maurëll


Kraliyet : İskoçya
Mesaj Sayısı : 28
Kayıt tarihi : 07/06/12

Roache. Empty
MesajKonu: Geri: Roache.   Roache. Icon_minitimeSalı Haz. 12, 2012 10:39 am

    # Betimleme: 28/30
    # Akıcılık: 10/10
    # Yazım Kurallarına Uyum: 10/10
    # Sayfa Düzeni: 8/10
    # Renklendirme: 3/5
    # Kurgu: 24/25
    # Uzunluk: 10/10


    [ Toplam: 93 ]


Sayfa başına dön Aşağa gitmek
 
Roache.
Sayfa başına dön 
1 sayfadaki 1 sayfası
 Similar topics
-
» Ophelia Roache.

Bu forumun müsaadesi var:Bu forumdaki mesajlara cevap veremezsiniz
Netherfield RPG :: Karakter Tanımlama :: Seçim Panosu :: RP Puanı Belirleme-
Buraya geçin: